oYuNcaKkKk
Bu oyuncak yüzünden güne ağlayarak başladım. Oyuncağın üzerine dikkat edin, birazdan sebebini öğreneceksiniz. Bu şirin oyuncak trenin sağ arka tarafında ufak bir penceresi var, işte o görmüş olduğunuz pencerenin içindeki pervane, hemen solundaki turuncu tuştan açılıyor. Açıldıktan sonra da başlıyor ses çıkarmaya, çıkan ses ise aynen traş makinası sesine benziyor. Şimdiye kadar anlattıklarımla diyeceksiniz ki; eeee bunun nesine ağladın?
Son bir haftadır ablam, iki çocuğuyla birlikte bizde kalıyor. Yeğenlerimin bir sürü oyuncağı var ve ben bu oyuncağı bu sabah ilk kez gördüm. Her sabah beni uyandırmaya gelen yeğenlerim, önce radyoyu açıyorlar, daha sonra ise yüzümle oynayarak beni yatağımdan çıkarmaya çalışıyorlar. Bu sabah onların gürültülerine bir de bu ses eklenmişti ve ben hasretiyle her gün, yeniden tükendiğim babamın eve geldiğini sandım.
Sabahın ilk sersemliğiyle, sandım ki babam İstanbul'dan gelmiş ve çocukları rahat öpmek için traş oluyor. O kadar özlüyorum ki onu, ara sıra böyle saçmalıyorum işte. Artık dayanamıyorum belki de ondan uzak kalmaya, her gidişinde yeniden özlem duymaya, alışamıyorum yokluğuna. Her konuştuğumuzda kavga edip, yeniden barışmalarımız da, İstanbul'a dönmeden önce her seferinde ayrılık kolay olsun diye kavga edip, küs ayrılmalarımız da sebepsiz değil. Daha az özleriz, en azından bir süre küs kalırız, kızgınlıkla bir hafta idare ederiz yokluklarımıza diye.
Ben artık dayanamıyorum ama, her gün güneş yeniden doğduğunda, bir yanımın hep uzaklarda oluşuna alışamıyorum bir türlü. Bu ayrılık hiç bir şeye benzemiyor üstelik. Ne sevgiliden ayrılışa, ne de arkadaştan, yaşadığın şehirden.
Çok ayrılık yaşadım, çok şey bıraktım ardımda ama her birine bir bahane uydurdum, kendini kandırabildim. Çok denedim bu özlem için de kendimi kandırabilmeyi ama başaramadım. Her seferinde dedim ki kendime "en azından azla yetin, senden uzak ama sağlıklı, sevdiği işi yapıyor ve o da ne kadar üzülürse üzülsün, bir yandan da mutlu." İnandıramadım kendimi buna, bir süre oyalandım sadece, ama sonrasında düşündükçe daha çok sıkıldı canım. Hayatın kime ne getireceğini tasarladıkça, hasta ettim kendimi. Her an, her şey olabilirdi ve biz birlikte geçirebileceğimiz; aşağı-yukarı kısıtlı olan yıllarımızı ayrı geçiriyorduk. İki sene sonra o eve dönse, ben gidebilirdim bu sefer, belli değildi hiçbir şey ve biz ayrıydık.
İşte bu yüzden daha çok kızıyorum hayata, kendi kendime yükleniyorum. Ben çoğu şeyi haketmek için, ne yaptım diye sorguluyorum kendimi ve sorgularken de yoruluyorum aslında. Bu sefer etrafımdakilere anlatmaya, onlarla hayatımı paylaşmaya halim kalmıyor, çünkü o kadar çok didikliyorum ki hayatımı sabahlara kadar; uykusuz ve halsiz kalıyor bedenim.
Her seferinde pencereden gidişini izlemek ve sabahlara kadar sağ-salim varışını dileyerek yatağımda kıvranarak, sabahlara kadar ağlıyorum. Bu şimdiye kadar ki -yaklaşık 4 senedir- kendimle ilgili en açık yazım, konuşamıyorum ama zihnim kendini anlatabiliyor, sadece dilim işlemiyor. Ben yoruldum artık, her anımı düşünmek zorunda olmaktan, anlatamamaktan, insanları üzmek istemeyişimden ve kendimi koy verip; ulu, orta, bağıra çağıra ağlayamamaktan, haykıramamaktan.
Sırtımdaki yükü şimdi taşıdığım için ileride sıkıntı çekmeyeceğim belki ama ileride aynı şeyleri yaşamak, bunalmak istemiyorum. Tecrübe oluyor yaşadıklarım ama yaşımda edinmek istiyorum bunları. Olgun olmak, öyle davranmak yerine çocukluğuma dönmek istiyorum. Yine babamın elinden tutup, lunaparka gitmek, dönmedolap en tepede durduğunda şen çocuk kahkahalarıyla gülmek, babamla birlikte rüzgara bırakmak istiyorum saçlarımı. "Baba burası çok yüksek" diyerek, şaşırmak, onun İstanbul'u yüksekten anlatışını yeniden dinlemek istiyorum.
Baba ben çok yoruldum. "Babasının gülüsü" çok yoruldu. Seni üzmek değil niyetim sadece bilmeni istedim, Seni çok SeviyoruM, benim yakışıklı, karizmatik babam.
Son bir haftadır ablam, iki çocuğuyla birlikte bizde kalıyor. Yeğenlerimin bir sürü oyuncağı var ve ben bu oyuncağı bu sabah ilk kez gördüm. Her sabah beni uyandırmaya gelen yeğenlerim, önce radyoyu açıyorlar, daha sonra ise yüzümle oynayarak beni yatağımdan çıkarmaya çalışıyorlar. Bu sabah onların gürültülerine bir de bu ses eklenmişti ve ben hasretiyle her gün, yeniden tükendiğim babamın eve geldiğini sandım.
Sabahın ilk sersemliğiyle, sandım ki babam İstanbul'dan gelmiş ve çocukları rahat öpmek için traş oluyor. O kadar özlüyorum ki onu, ara sıra böyle saçmalıyorum işte. Artık dayanamıyorum belki de ondan uzak kalmaya, her gidişinde yeniden özlem duymaya, alışamıyorum yokluğuna. Her konuştuğumuzda kavga edip, yeniden barışmalarımız da, İstanbul'a dönmeden önce her seferinde ayrılık kolay olsun diye kavga edip, küs ayrılmalarımız da sebepsiz değil. Daha az özleriz, en azından bir süre küs kalırız, kızgınlıkla bir hafta idare ederiz yokluklarımıza diye.
Ben artık dayanamıyorum ama, her gün güneş yeniden doğduğunda, bir yanımın hep uzaklarda oluşuna alışamıyorum bir türlü. Bu ayrılık hiç bir şeye benzemiyor üstelik. Ne sevgiliden ayrılışa, ne de arkadaştan, yaşadığın şehirden.
Çok ayrılık yaşadım, çok şey bıraktım ardımda ama her birine bir bahane uydurdum, kendini kandırabildim. Çok denedim bu özlem için de kendimi kandırabilmeyi ama başaramadım. Her seferinde dedim ki kendime "en azından azla yetin, senden uzak ama sağlıklı, sevdiği işi yapıyor ve o da ne kadar üzülürse üzülsün, bir yandan da mutlu." İnandıramadım kendimi buna, bir süre oyalandım sadece, ama sonrasında düşündükçe daha çok sıkıldı canım. Hayatın kime ne getireceğini tasarladıkça, hasta ettim kendimi. Her an, her şey olabilirdi ve biz birlikte geçirebileceğimiz; aşağı-yukarı kısıtlı olan yıllarımızı ayrı geçiriyorduk. İki sene sonra o eve dönse, ben gidebilirdim bu sefer, belli değildi hiçbir şey ve biz ayrıydık.
İşte bu yüzden daha çok kızıyorum hayata, kendi kendime yükleniyorum. Ben çoğu şeyi haketmek için, ne yaptım diye sorguluyorum kendimi ve sorgularken de yoruluyorum aslında. Bu sefer etrafımdakilere anlatmaya, onlarla hayatımı paylaşmaya halim kalmıyor, çünkü o kadar çok didikliyorum ki hayatımı sabahlara kadar; uykusuz ve halsiz kalıyor bedenim.
Her seferinde pencereden gidişini izlemek ve sabahlara kadar sağ-salim varışını dileyerek yatağımda kıvranarak, sabahlara kadar ağlıyorum. Bu şimdiye kadar ki -yaklaşık 4 senedir- kendimle ilgili en açık yazım, konuşamıyorum ama zihnim kendini anlatabiliyor, sadece dilim işlemiyor. Ben yoruldum artık, her anımı düşünmek zorunda olmaktan, anlatamamaktan, insanları üzmek istemeyişimden ve kendimi koy verip; ulu, orta, bağıra çağıra ağlayamamaktan, haykıramamaktan.
Sırtımdaki yükü şimdi taşıdığım için ileride sıkıntı çekmeyeceğim belki ama ileride aynı şeyleri yaşamak, bunalmak istemiyorum. Tecrübe oluyor yaşadıklarım ama yaşımda edinmek istiyorum bunları. Olgun olmak, öyle davranmak yerine çocukluğuma dönmek istiyorum. Yine babamın elinden tutup, lunaparka gitmek, dönmedolap en tepede durduğunda şen çocuk kahkahalarıyla gülmek, babamla birlikte rüzgara bırakmak istiyorum saçlarımı. "Baba burası çok yüksek" diyerek, şaşırmak, onun İstanbul'u yüksekten anlatışını yeniden dinlemek istiyorum.
Baba ben çok yoruldum. "Babasının gülüsü" çok yoruldu. Seni üzmek değil niyetim sadece bilmeni istedim, Seni çok SeviyoruM, benim yakışıklı, karizmatik babam.