Yazmayı seviyorum. Yazılarımla başbaşa kalmayı, hayatımdan bir şeyler katarak hikayeler yaratmayı, bazen çok hayata dönük; eğlenceli olmayı, bazen de tamamen içe kapanık; karamsar olmayı seviyorum.. Buraya yazdığım yazıların çoğu tabiki de her yazarın başına geldiği gibi, bir noktasında hayatımla çakışmakta, ancak çoğunluğu gözlemlere ve yaşanılabilir durumlara pay biçilerek hayal gücümle yazılmakta. Büyük bir aşkı anlatırken; büyük bir aşk yaşayamam, büyük bir yenilgiyi anlatırken de; büyük bir kayıp yaşayamam. Yazılarımla aramdaki bağ, sırlarım ancak birgün iyi bir yazar olursam-idolüm Marquez gibi-hayatım bütün okurlarım tarafından merak edildiği an; otobiyogrofimi yazdığım zaman öğrenilecektir.. Şimdilik bu kadar; yazılarımın keyfini çıkarın, yorumlarınızı yazmaktan kaçınmayın. İyi zaman geçirmenizi, hayatımı paylaşırken keyifli anlar yaşamanızı dilerim..

"editöR Notu"


Çarşamba, Şubat 22, 2006

A$k iÇiN ağLamakKk...



Varolan düzenime karşı koyarak, yağan kara aldırış etmeden, kendime yeni bir düzen kurmak için düşmüştüm yollara. Her şeyi arkamda bırakmaktı ümidim. Yaşanılanları, yarım bırakılanları, hiç yaşanmamış olanları...
Ardımdan seslenenlere cevap vermedim, duymamazlıktan geldim her birini. Biliyordum ki; seslenenlere kulak verirsem, yoluma devam edemezdim. Ümit ettiğim birinin sesini işitebilir ve vazgeçebilirdim yeni hayatımdan. Artık gidiyordum. Herkes ayrı dünyalarında mutlu olabilirdi. Bensiz de yaşayabilirlerdi hayatlarını.
Bu yüzden aldırış etmemeye özen gösterdim seslere. Çok zor oldu bu yolculuğa çıkmam. Önce tek tek topladım hatıralarımı, hepsini ayrı ayrı koliledim, üzerine isimlerini yazdım. En yükseklere kaldırdım bütün kolileri. Bir daha ulaşamamak için en tepeye yerleştirdim en çok hatırası olanı, en çok canımı acıtanı. Sonra bütün anılarımı gözden geçirdim. İki ayrı defter edindim. Birine ders aldığım, kötü tecrübelerimi; diğerine ise mutluluklarımı, hedeflerimi yazdım.
Beni üzen durumları yazdığım defterimi baş köşeye koydum. Bir daha aynı hatalara düşmemek, gözümün kör olmasına izin vermemek ve zırhımın zarar görmesine engel olmak için.
Mutluluklarımı, hedeflerimi yazdığım defterimi ise kilitli bir çekmeceye kaldırdım. Kilidi açarken düşünmek için yeterli zamanım olsun diye. Yaşadığım mutlu olayları yazmadan önce, gerçek mutluluk bu mu diye karar verebilmem ve hedeflerimi gerçekleştirdiğimi yazmadan önce "ben oldum artık" demek yerine daha fazla yol katedebilmeyi amaçlayıp, kazandığım zaferimi sindirebilmem için.
En sevdiğim kıyafetlerimi giydim. Saçlarımı tararken uzun uzun düşündüm kararım doğru mu diye. Makyajımı yaparken kaçırmadım gözlerimi, gözlerimden; korkusuzca yüzleştim aynadaki aksimle. Arkadaşlarımla vedalaşmanın zamanı gelmişti. Uzun sürmedi bu tören, tam gerektiği zamanda sonlandırdım konuşmamı; ne bir kelime az, ne de bir kelime fazla. Ağlamadım, kendi kendime makyajımın akabileceğini bahane ederek.
Ve kar yağıyordu, ben, ordan uzaklaşırken. Yalnızlığımla yürürken yollarda düşünmeye daha fazla zamanım oldu. Ruhum bedenine hiç bu denli bağlanmamıştı. Yanımda biriyle yürüyor gibiydim. Kafamı kaldırıp nereye yürüdüğüme bile bakamıyordum, gözlerim ayaklarımdaydı. Ne yöne gideceğime onlar karar veriyordu, benim aklımda hiçbir şey yoktu üstelik, sendeleyip yere düşene kadar. Birden kendime geldim. Kafamı kaldırıp, etrafıma bakındım ve bir çift gözle karşılaştım. Beni izleyerek, bana doğru geliyordun. Her şeye karar veren ayaklarım, kaldırımla işbirliği yapmamış olsaydı, geçip, gidecektin belki ve göremeyecektim gözlerini. Yanıma gelip, yerden kaldırmak için elini uzattığında ellerim ölesiye titriyordu. Bu yüzden uzatamadım ellerimi, yerden kalkmaya çalıştığımda ise kalkamadım, ayaklarımın bağı çözülmüş gibiydi. Seni görmemle dengem alt üst olmuştu. Kollarımdan tutup, beni düştüğüm yerden kaldırdın. Sadece yerden değil, içine girdiğim bunalımdan da tutup, çıkartmıştın beni. Bir daha da hiç bırakmadın zaten.
Ben her şeyi bırakarak yeni bir yol seçmiştim kendime. Bunu sana ilk kez itiraf ediyorum. Sen her seferinde neden kendimi tamamen aşkımıza bırakmadığımı, yaşanılacakları düşünmek yerine neden rahat olamadığımı, her sorduğunda; ben defterlerimi okurken buluyordum kendimi. Bir yandan mutluluklarımı not etmek için kilidi hızla çevirirken, bir yandan da deneyimlerimi gözden geçirerek, üzülmeme engel olmak için önlem alıyordum kendimce. Korkuyordum, kendimi bu aşka kaptırmaktan, en çokta daha önceleri olduğu gibi canımın yanmasından, sensiz, aşksız kalmaktan, sen gittikten sonra yalnızlığımla boğuşmaktan.
Bunları şimdi itiraf edebiliyorum. Aşkımıza ağladığımız şu anda. Daha önce açıklayamadığıma pişman olarak. Geçmişim hep bir sır perdesi olarak kaldı senin için; ne yaşadığım ilişkilerimle ilgili bir şey öğrenebildin ne de daha önceki hayatımla ilgili. Sadece ben vardım karşında ve beni tanıman için tek bir kopya bile vermiyordum sana. Her ne kadar aşkımı açıklayamasam da, seni, senin beni sevdiğin kadar, sevmediğime ikna etmiş gözüksem de, ağladığımız şu dakikalar da her şey su yüzüne çıkıyor olmalı. Ben de seni, senin beni sevdiğin kadar seviyorum sevgilim.
Hep seni bekledim. Hep böyle aşık olmak istedim. Her zaman hayalini kurdum böyle bir sevgilinin. Ve şimdi bunları sana anlatırken adım gibi eminim, o kişinin sen olduğundan. Ve birbirimize sarılıp, aşkımıza ağladığımız şu an da, o kişi sen olduğun için çok mutluyum. Keşke bu aşkın bitmeyeceğinden emin olabilseydik sevgilim ve söz verebilseydim sana bu en son gözyaşın olacak ve biz birlikte öleceğiz, bir daha hiç ağlamayacağız diye. Oysa ikimiz de biliyoruz ki, hayat acımasız, biz birlikte ölmeye söz versekte, hayat bizi ayırabilir.
Saatlerdir ağlıyoruz sevgilim. Arada birbirimizin kızarmış gözlerine bakarak gülmeye başlıyor, ardından yakaladığımız bu mutluluk için yeniden ağlamaya başlıyoruz. Yaşanılacak zor günleri düşünerek, belki de yollarımız ayrı düşebileceği için; yalnız başımıza ağlayacağımıza, birbirimizin omzuna yaslanıp, ağlamak daha doğru sanki. Bu anı bile seninle yaşamak, en zor anımda seni yanımda bulmak gerçekten huzur verici.
Ve şimdi ara verelim ağlamaya sevgilim, silelim gözyaşlarımızı. Haydi dışarı çıkıp, aşkımıza ağlayacağımız, yeni mutluluklar yaşayalım.

Pazar, Şubat 19, 2006

O "O" ki$i, haNi yıLLardıR aRadığıM...

Bu adamı seviyorum, hatta ona aşığım. Niye saklayayım ki duygularımı? İyiki var! Cumartesi gecelerini iple çekiyorum. Her hafta onun o şirin gülümsemesini görebilmek için, programın başlayacağı anı kolluyorum.
Onun benim sevgilim olamayacağını biliyorum ve bu yüzden keşke daha yaşlı olsaydım ya da o daha genç olsaydı diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Onun gibi sevgili istiyorum. Hayatıma anlam katsın, hep gülümsesin ve benimle şarkı yazsın istiyorum. Hayatım boyunca tanıdığım en kültürlü, en zeki kişilerin arasında yer alıyor. Ben kararımı verdim. Çok mu şey istiyorum acaba? Ne olur sanki; böyle zeki, ukala, kültürlü, kendini çok iyi yetiştirmiş, karizmatik bir adam çıksa karşıma ve onun çocuklarını dünyaya getirsem, birlikte iyi çocuklar yetiştirsek bu dünya için? Yok çıkması yeterli değil tabiki bir de beni çok sevse, deliler gibi aşık olsak. Bu hakkımı tam olarak kullandığımı düşünmüyorum, biliyorum bu özelliklere yakın bir adam çıktı karşıma ama tam olarak Okan Bayülgen gibi değildi. Deniz Seki ne kadar şanslı bir kadınmış. Bunu ilk birlikte olduklarını duyduğumda da düşünmüştüm ama geçen hafta televizyon makinasına konuk olduğu programı izledikten sonra çok daha şanslı olduğuna karar verdim. Okan Bayülgen ne kadar da güzel bakıyordu. Öyle dalıp dalıp gitmeler, hatunu her şeye karşı korumalar, komplimanlar yapmalar... Yok yok gerçekten yeni nesilde böyle erkekler yok. Hepsinin derdi başka, eski nesiller gibi çok okuyup, yazan, hatununu yücelten, entellektüel erkekler yok. Halbuki Okan Bayülgen öyle mi? Bir sürü dil biliyor, tiyatrocu, fotoğraf sanatçısı, çok iyi bir sunucu, seslendirmen (bütün reklamlara ve filmlere dublaj yapabilir, benim için hiçbir mahsuru yok), komik, ukala, komplekssiz, duygusal, sevişilesi, karizmatik... Daha bir sürü şey. Ayrıca siyah bir erkeğe ancak bu kadar yakışabilir.
Bir kadın daha ne isterki? Birçok kişi aynı şeyleri düşünmüyor olabilir, belki de bazılarınız gıcık oluyorsunuzdur ama ben ona bayılıyorum. Yaptığı her işte başarılı buluyorum. Onunla tanışacağım günün hayalini kuruyorum. Umarım bir gün benim de karşıma onun gibi birisi çıkar. O nasıl bakmadır öyle? Nasıl sevgi dolu, aşkla bakıyor eski sevgilisine? Bana da baksın öyle.
Duygusallığına gelince, kesinlikle duygularını tam yerinde ve zamanında belli ettiğini düşünüyorum. Herkes canlı yayına bağlanan kişilere kaba davranmasından yakınıyor ancak dün gece İran'dan arayan bir seyirci vardı ki duygulanarak, aslında nasıl telefon görüşmeleri yapmak istediğini ve saygısını gözler önüne serdi. Ayrıca konuklarına hiçbir zaman söz söyletmeyerek ve ustalarına saygısıyla da Türkiye'de değer verilmesi gereken doğru kişilere değer verdiğini düşünüyorum. Onu seviyorum. Deniz Seki'yi sevişini de seviyorum. Beni sevmese de, bana şarkı yazmasa da olur. O hayatımda hep olsun yeterki.
Bir şarkı da ancak bu kadar duygulu yazılabilir, küçük haşarı çocuk rolü o kadar yakışıyor ki ona aslında duygusallığı da bu şarkıyla daha da çok ortaya çıkıyor. İşte o şarkı;

BIRAKMA BENİ:
Huzursuzum bilmem nedenini
Söylemem lazım
Yatağım bana uzak
Uykusuzum kaç gecedir aklımda
Utanıyorum ama
Yatağım sana uzak
Saçmalıyorum belki de çok kere
Yanıldım ben düşünürken hep seni
Bugünkü gibi sokulunca koynuna
Sevilmek için çabaladım ben o çocuk gibi
O zaman bırak beni hadi çok istiyorsan bırak beni
Bırakma beni bırakma beni bırakma beni
Özür dilerim istemeden kırdıysam seni
Çok özür dilerim istemeden kırdıysam seni

Söz-müzik: Deniz Seki-Okan Bayülgen
Düzenleme: Murat Yeter

Cumartesi, Şubat 18, 2006

KaRahiNdibA..


Bu filmin afişini görmüş olmalısınız. Türkiye'de İLK AŞK olarak gösterime girdi. Her zaman yapılan hata tekrarlandı, filmin asıl adına sadık kalınmadı. Bunun yerine çavirmen, filme daha fazla seyirci çekebilmek için, asıl anlamından uzak bir ismi tercih etti.
Aslında Dandelion, karahindiba demektir. Bu ne demek diye düşünmeyin. Hani şu küçükken üflemeye bayıldığımız, ama nedense annelerimizin solunum yolumuzu tıkayacağı endişesiyle oynamamıza izin vermediği çiçek var ya işte ta kendisi.
Filmin özünde yerin, zamanın önemsiz olduğu bir yerde; bizi şekillendiren ailelerimizden ve çevremizden bir kaçış olduğu ve bunu aşkla yaşadığımız anlatılıyor. Tabi ki ilk aşkta filmin içeriğinde bulunmakta ama duygusal, romantik bir film beklentiniz varsa, izlemeyin. Hayal kırıklığına uğrarsınız. Filmde aşktan daha fazlasını bulabiliyorsunuz. Eğer istediğiniz aşk, aile, arkadaşlık ise çok iyi olmasa da; fazla boş sahneler içerdiği için iyi bir film demekle yetinebilirim.
Film başlamadan önce adını çözemedim ama bittikten sonra ismi bana değişik duygular hissettirdi, senarist aynı duygularla mı karar vermiş bilemem.
Karahindibaların en ilginç özelliği, baharda; o soluk, uçuşan tüy gibi görüntüleri kaybolur. Onun yerine güzel, sarı çiçekleri gelir.
Durum böyle olunca bana aşkı çağrıştırıyor. Kışın ayrılıklar zamanıdır; tadımız, tuzumuz olmaz hani, ama yaz gelir; gitgide neşeleniriz, aşık oluruz onun gibi mesela.
Birine aşık olursunuz, hayalleriniz olur, yarınlarınız olur; aynı karahindiba gibi, ama biri gelir, üfler ve çiçekleriniz tamamen uçuşur gider. Artık soluk borunuzu tıkadığı için mi yoksa o kişi gittiği için mi rahat nefes alamazsınız bilinmez.
Kim ister ki, sarı çiçekler yerine böyle soluk halini görmeyi? Ama kim ister ki acı çekmeyi, sonunun mutlu bitmeyeceğini bile bile kendini bilinmezliğe atmayı? İstiyoruz işte sonunda ayrılık olduğunu bilerek, isteyerek atıyoruz kendimizi boşluğa. Ve bu yüzden seviyoruz bu çiçeğin gri halini! Bize heyecan veriyor üflerken, izlemek hoşumuza gidiyor dağılışını, tükenişini, bitişini. Geriye elimizde tek bir sap kalıyor, ama onu bir kenara fırlatıp, yenisini koparıp, üflemeye devam ediyoruz. Her seferinde geride yalnızca sapının kalacağını, çiçeğin biteceğini bile bile...
İşte aşk böyle bir şey; heyecanlı, eğlendirici, mutluluk verici ama her seferinde biteceğini, biteceğimizi, geriye sadece yalnızlığımızın kalağını bile bile aynı şeyleri yeniden yaşamak. En başından başlayıp, bilerek ve isteyerek yaşamak..


Perşembe, Şubat 16, 2006

RuHumLa yüzLe$timMmM..


Seni izliyorum. Aldatılışını, terkedilişini, kullanılışını, sevilişini, aşklarını, acılarını, hayatını. Yaşamına dönmeyi haketmen için, yaşadıklarını izliyorum.
Hayatının genelinde yaptığın en büyük hata seni sevenlerin dışında, sevdiklerinden çok fazla şey beklemek olmuş. Dostlarınla yetinmemişsin, değeri olmayan kişileri fazla umursayıp, hayatından taviz vermişsin. Her dönüşlerinde, her özürlerinde affetmişsin onları. Oysa ki onlar sana hep zarar vermiş. Senin yıkılmana sevinmişler, acılarınla mutlu olmuşlar. Yaralarına tuz, biber ekmişler. En zor anında yanında olmak için her işini bıraktığın kişiler, arkanı dönüp, gitmeye kalkıştığında gidişine engel olmamışlar. Çabucak kabullenmişler. Sen böyle olmasını istememiştin değil mi? Her zaman bir umut vardır, her insan düzelebilir diye bir şans, bir şans daha ve sonunda bir şans daha. Bir film şeridi geçiyor gözlerimin önünden, uyanmana gerek yok, sen de görebilirsin yattığın yerden. Arkadaşlarından biri hep bu anı beklemiş, ortalığın ona kalmasını; sen burda yatarken, kapının önünde timsah göz yaşları döküyor. Önümden geçen şeritte de gördüğümüz gibi daha önce de yapmış bunu. Senin boşluğundan faydalanmak için olmadık işlere kalkışmış, sonra da sana gelip, dost gözükmüş, ağzından laf alıp, diğerlerine taşımaya çabalamış. Laf taşıdığı diğer kişi, şimdi şeritte. Sen ne kadar arkadaşlığınız için çabalasan da o, bu konuya adapte olamamış, senin üzerine atarak çoğu şeyi, hep bahaneler uydurmuş hayatınıza. Sen dost olacağız diye paylaşırken hayatını, o başkalarından duyma diye anlatmış yaşamını. Diğer bir arkadaşın her zaman ki kaprisleriyle çıkıp, gitmekte hayatından. Senin tek istediğin şeyi bile gerçekleştirememiş, verdiği sözü tutamamış, üstüne üstlük haklı çıkmaya çalışmakta. Alışmış tabi kendisini sürekli haklı çıkarıp, senin görmemezlikten gelerek affetmene. Bunlarla mı yaşamaya devam edeceksin şimdi söyle bana. Bu kazayı geçirmeyi sen istedin. Kimlerin seni önemsediğini görebilmek için. Bu kişiler mi önemsiyor sence seni? Bu kişiler mi yıllarını adadıkların, yaşamından çaldıkların, yoksa bu filmin bir devamı var mı?
Filmin devamında çok mutlu gözüküyorsun. İçten kahkahalarını, gözlerinde ki pırıltıyı görmemezlikten gelemeyeceğim. Sanırım yanında mutlu olduğun bu kişiler; dostların ve önemsediğin diğer arkadaşların. Özellikle de eski dostlarınla nasıl da mutlusun. Her anında yanındalarmış; üzülürken, ağlarken, yıpranırken, yenilenirken. Şu anda geçen şeritte nasıl da mutlusun arkadaşlarınla, sınavların son gününde olduğunuz nasıl da belli rahatlığınızdan. Hep birlikte eğlenmeye doyamıyorsunuz. Herkes kadehlerini kaldırıyor, daha mutlu günlere... Bakalım bir daha yanlarında olabilecek misin? Bunlar dengeliyor olabilir hayatını ama daha fazla kanıta ihtiyacım var yaşamını onaylamam için.
Bakalım sevgililerinle durum nasıl? Aşkın her yönünü yaşamışsın anlaşılan, mutluluğu, ayrılığı, mutsuzluğu, kavuşmayı bir tek aldatılmamışsın ve gerçekleşmesin diye tetikte yaşamışsın her zaman. Nasıl bırakıp gitmişler ve sen de nasıl bırakıp gitmişsin, her şeklinde kahrolmuşsun. Hep iyi adamlar olduklarını düşünmüşsün bu bir gerçek. Hiçbirini hayatından çıkarmamandan belli. Bir tek sonuncusu dışında her biriyle hayatındaki kareler devam ediyor. O ise kayıp, nedeni sende gizli. İlk tanıştığınız günden, ayrıldığınız güne kadar tekrar izledim ama bulamadım sebebini. Kalbinin ritminin bozulmasından canını acıtan bişiler olduğu belli. İyisiyle, kötüsüyle sevgililerini de görmüş olduk.
Şimdi yaşamanı en çok isteyenler sırada, her zaman güvendiğin, hayatta ne yaşarsan yaşa, her zaman yanında bulacağın kişiler; annen, baban. Sonrasında önemsediğin yakınların. Ablan, yeğenlerin, kuzenlerin, teyzelerin, ikinci anne-babaların. İşte onları üzmeye hakkın yoktu.
Bu kazayı isterken onlar hiç aklına gelmemişti. Seni önemseyenleri görmek isterken, hayatına zarar verenlerle yüzleştin, önemseyenleri ise çok üzdün. Boşuna değer verdiklerinin hiç bu yüzlerini görmemiştin ya da görmek istememiştin. Hep susmuştun, münzeviliyi seçmiştin. Daha ne kadar bu şekilde sürdüreceksin yaşamını, susmak nereye kadar götürür seni. Her an yaşamından çalıyorsun farkında değil misin? Eğer böyle sürdüreceksen bu hayatı geri vermeyeceğim sana. Ama diyorsan ki bak işte dostlarım, mutlu olduğum arkadaşlarım, kocaman bir ailem var geride. O zaman hayatının değerini bilmen şartıyla, izin veririm yaşamana. Artık üzmeyeceksin kendini ve bunalımlardan uzak duracaksın mümkün olduğu kadar. Sorgulama hayatını, yaşa mutsuzluklarıyla da. Dert etme sorunlarını, ne kendini değiştir başkaları için ne de değişmelerini bekle. Sadece yaşa. Sonunu düşünme, planlama, mutsuz olacağım nasılsa diyerek, mutluluktan vazgeçme. Hayal kurmaya devam et. Hayallerin var olduğu sürece yaşayacaksın. Gerçekleştirdikçe, yaşama bağlılığını çoğaltacaksın. Bu yüzden ölümle, kendi ruhunla yüzleşme bir daha. Çünkü benimle hesaplaşman hep zor oldu, her zaman da zor olacak. Bir daha karşıma bu şekilde gelirsen emin ol bu kadar kolay bırakmam seni. Daha fazla acıtırım canını, kendini düşündüğün kadar, ruhunu da düşün ve bana zarar verme.

Geçenlerde bir arkadaşım dile getirdi, bu yaşanılanları. Keşke bir kaza geçirsem de kimlerin beni önemsediğini görebilsem diye ve bende dün yolculuğum sırasında ya kaza olursa diye bu duygumla yüzleştim. Her ne kadar itiraf edemesekte bunu düşünüyormuşuz demek ki. Önemsemeyen kişilerin farkındayız çoğu zaman ve nedense onları çıkartamıyoruz hayatımızdan. Sadece daha fazla önemsemelerini bu şekilde sağlayacağımızı düşünürken, bize değer veren insanların ne kadar üzüleceklerini bir an da olsa akıl edemiyoruz. Halbuki yaşam bizi yaşatanlarla olmalı, hayatımızdan çalanları önemsememeli, yolumuza devam etmeliyiz.
Bu yüzden kaza yapmak yerine, yolu tıkayan kişiler için çekici çağırma zamanıdır şimdi..

Pazar, Şubat 05, 2006

müNzevi üzeRiNe..


Nietzsche'nin "Böyle söyledi Zerdüşt" adlı kitabında "Engereğin ısırığı üzerine" yazdığı bölümü okuduğumda, yaşama tarzımla ilgili bir çok çağrışımla karşılaştım.
Hayatıma dahil olan ne kadar insan varsa, aralarında hata yapanları, hep yaptıkları hatalarla yüzleştirdim. Çoğu utanmayı tercih ettiyse de, birkaçı umursamadı. Böyle yaparak hem utandırmadan önce, hem de utandırdıktan sonra kendimi çok fazla yıprattım. Umursamaz davranmayı öğrenemedim. Hem yaptıklarıyla beni yıprattılar, hem de onların eninde sonunda üzüldüklerini gördüğüm için, yufka yürekli davranıp, üzüldükleri için üzüldüm. Çoğu zaman da avuttum kendimi iyi insanlar olduklarına dair. Hala daha canımı acıtmaya devam ediyorlar ve ben artık buna izin vermeyeceğim. Bu yazıyı okuduğum an her şey şekillendi hayatımda. Artık utandırmaya, iyi olmaya çalışmayacağım. Yaptıkları kötü şeylerin, bana karşı birer iyilik olduğunu, beni bu şekilde mutlu ettiklerini söyleyeceğim. Düşündüğümde de öyle olmuş zaten, zararlarıyla bir daha zarar görmemek için hep zırhlarımla dolaşmaya alıştırmışım kendimi. Artık daha az zarar görüyorum çünkü sağlam darbeler aldım zamanında. Şimdiye kadar yaptıklarının karşılığını vermemiş olabilirim ama bundan sonra hiçbir yaptıkları karşılıksız kalmayacak. Bu yazıyı okudukları zaman, bana zarar verdiklerini bilen kişiler, buna göre önlemlerini alsa daha iyi olur. Artık söylediğiniz sözlere sessiz kalmayacağım ve beş küçük sözde ben söyleyeceğim. Mutsuz edemeyeceksiniz beni.
En önemlisi adil olmak için uğraşmayacağım artık. Herkese kendi hakkına düşeni vermek yerine, kendi hakkıma düşen kadar vereceğim.
Ve kendimi Zerdüşt'ün münzevisi gibi görüyorum. Münzevi içine, kendine dönük, inzivaya çekilen demektir. Uzun zamandır, dışardan gözlemliyorum herkesi. Benimle ilgili çoğu şeyi bilmiyor etrafımdakiler. İçimde yaşıyorum, her şeyi, her zorluğu. Kendim ağlayıp, kendim gülüyorum. Bu sessizliğimin, kendime dönük yaşantımın sonu gelecek elbette ve kendimi tamamen yenilemiş olarak döneceğim. Aranıza ruhumla katılacağım bu sefer, sadece bedenimle değil.
Derin bir kuyu gibiyim, içime taş atmak çok kolay, öyle laflar işitiyorum ki bazen, karşı koyamıyorum, ama taş bu, kuyunun dibine düşünce, kim çıkaracak onu bilmiyorum. Canım acıyor, her ne kadar hissettirmemeye çalışsam da. Hayatımdaki her şey yaralıyor beni. Her yapılan, her söylenen. Artık buna izin vermeyeceğim dediğim her an dönüyorum sözümden, bu kez böyle olmayacak.
Nietzsche'yi okumaya başladığımdan beri, kendimi keşfediyorum. Aldığım yaraları sarıyorum. Bazı insanları hayatımdan çıkarmak, kurşunu vücudumda açtığı delikten, kızgın çakıyla çıkarmak kadar acı verse de, üzerine alkol döküp, yaramı saracağım. İzi kalacak belki ama onlarda anı olacak.
Bu yüzden benim gibi olan arkadaşlarıma bu yazım; canınızın acımasına izin vermeyin. Çok verici arkadaşlarım (Emel'im, Ruko'm vb.) artık yemek kaşığıyla değil, çay kaşığıyla verin sevginizi. Bu bana Ruko'cuğumun tavsiyesidir her zaman. Ve etrafındaki en yakın bildiklerinden, unutamayacakları tecrübeler yaşayan arkadaşlarım (Seçil'im, babam vb.), her yapılan haksızlığa karşı beş küçük haksızlıkta siz yapın.
Biliyorum bu hepimiz için zor, yapımızda yok ama haksızlığa uğramamak için karşılık vermek zorundayız. Her şey insan sevgisine dönüşecektir eninde sonunda.
Herkesi çok seviyorum.
Dip not:
Nietzsche'yi okumaya başlamamdaki amacım, senin hayat felsefeni daha iyi anlayabilmek, sohbetlerimizde sana yetişebilmekti. Ona karşı duyduğun hayranlığın sebebini keşfedebilmekti. İyiki karşılaşmışız ve sayende böyle bir yola girmişim. Önümde kendimi keşfedebileceğim, felsefemi yaratabileceğim bir yol açtığın için teşekkür ederim. (eski sevgiliye..)

eNgeReğiN ısıRığı üzeRiNe...


Bir gün Zerdüşt, hava çok sıcak olduğu için bir incir ağacının altında uyuyakalmıştı, kollarını da yüzüne kapatmıştı. Bu sırada bir engerek gelip onu boynundan ısırdı, öyle ki, Zerdüşt acıdan bağırdı. Kolunu yüzünden çektiğinde, yılanı gördü; bunun üzerine yılan Zerdüşt'ün gözlerini tanıdı, beceriksizce yön değiştirdi ve kaçmak istedi. "Dur bakalım," dedi Zerüşt; "henüz teşekkür etmedim sana! Tam zamanında uyandırdın beni, daha uzun bir yol var önümde." "Yolun kısaldı," dedi engerek, hüzünle; "öldürücüdür zehirim." Zerdüşt gülümsedi, "Bir ejderhanın öldüğü görülmüş müdür ki, bir yılanın zehrinden?" dedi. "Ama geri al zehrini! Onu bana hediye edecek kadar zengin değilsin!" Bunun üzerine engerek yeniden Zerdüşt'ün boynuna atladı ve yarasını yaladı.
Zerdüşt bunu bir gün havarilerine anlatırken, sordu havarileri:"Peki nedir, ey Zerdüşt, öykünden çıkaracağımız ahlak dersi?" Zerdüşt şöyle yanıtladı bu soruyu:
Ahlakı yok edenler, benim gözümde iyiler ve adillerdir; ahlak içermez benim öyküm.
Bir düşmanınız varsa, iyilikle karşılık vermeyin onun kötülüğüne; çünkü bu tavrınız onu utandırır. Aksine, onun da size iyi bir şey yapmış olduğunu kanıtlayın.
Utandıracağınıza öfkelenin! Ve birisi size küfür ettiğinde, hoşuma gitmez onun için dua etmeniz; siz de küfür edin biraz, daha iyi!
Size büyük bir haksızlık yapıldığında, derhal beş küçük haksızlık da siz yapın! Korkunçtur, haksızlığın altında yalnız ezileni görmek.
Bunu biliyor muydunuz? Haksızlığa ortak etmek, haklılığı yarılamak demektir. Ve ancak taşıyabilen almalı, haksızlığı üzerine!
Küçük bir intikam daha insancadır, hiç intikam alınmamasından. Ve ceza, çiğneyip geçenler için bir hak ve bir onur olmadıkça, hoşlanmıyorum sizin cezanızdan da!
Haklılığını korumaktansa, kendini haksız görmek daha asildir, özellikle de haklı olduğunuzda. Ancak, yeterince zengin olmak gerekir bunun için.
Hoşlanmıyorum sizin soğuk adaletinizden; her zaman cellat ve onun soğuk çeliği bakar sizin yargıçlarınızın gözlerinden.
Söyleyin, gözleri gören bir sevgi olan adalet nerede?
Öyleyse, sadece tüm cezayı değil, tüm suçu da taşıyan sevgiyi bulun bana!
Öyleyse, yargıçlar dışında herkesi suçsuz ilan eden adaleti bulun bana!
Bunu da duymak ister misiniz? Yürekten adil olmak isteyende, yalan bile insan sevgisine dönüşecektir, eninde sonunda.
Ama nasıl yürekten adil olmak isterim ki? Nasıl herkese kendi hakkına düşeni verebilirim! Bu kadarı yetsin bana; herkese kendi hakkıma düşeni veriyorum.
Nihayet, kardeşlerim, münzevilere haksızlık etmekten sakının! Nasıl unutabilir ki bir münzevi? Nasıl intikam alabilir ki?
Derin bir kuyu gibidir, bir münzevi. İçine bir taş atmak kolaydır, ama taş kuyunun dibine düşünce, söyleyin onu kim çıkarır?
Bir münzeviyi incitmekten sakının! Ola ki, bunu yaptıysanız bir kere, o zaman onu öldürün de!
Böyle söyledi Zerdüşt.
NIETZSCHE