Yazmayı seviyorum. Yazılarımla başbaşa kalmayı, hayatımdan bir şeyler katarak hikayeler yaratmayı, bazen çok hayata dönük; eğlenceli olmayı, bazen de tamamen içe kapanık; karamsar olmayı seviyorum.. Buraya yazdığım yazıların çoğu tabiki de her yazarın başına geldiği gibi, bir noktasında hayatımla çakışmakta, ancak çoğunluğu gözlemlere ve yaşanılabilir durumlara pay biçilerek hayal gücümle yazılmakta. Büyük bir aşkı anlatırken; büyük bir aşk yaşayamam, büyük bir yenilgiyi anlatırken de; büyük bir kayıp yaşayamam. Yazılarımla aramdaki bağ, sırlarım ancak birgün iyi bir yazar olursam-idolüm Marquez gibi-hayatım bütün okurlarım tarafından merak edildiği an; otobiyogrofimi yazdığım zaman öğrenilecektir.. Şimdilik bu kadar; yazılarımın keyfini çıkarın, yorumlarınızı yazmaktan kaçınmayın. İyi zaman geçirmenizi, hayatımı paylaşırken keyifli anlar yaşamanızı dilerim..

"editöR Notu"


Cumartesi, Eylül 28, 2013

Yolculuk Dostlara doğru


Uzun çok uzun zamandır bloguma yazı yazmıyorum. Baktım ki en son yazdığım yazı bile böyle başlıyor. Bu sefer yazmaya devam edeceğim gibi gözüküyor. Sanırım çok sıkılmışım yazmaktan, yorulmuşum. Şimdi dinlenmiş bir şekilde geri döndüm. Aslında çok dinlendiğimden değil de hayatın yorgunluğu arttığından desem daha dürüst bir yaklaşım olacak.

Gelelim fasulyenin faydalarına; o kadar yazılacak konu, o kadar yoğunluk varken yazmayıpta şimdi niye yazıyorum diye soracak olursanız eğer dün aldığım haberden sonra çok üzüldüm. Sabahleyin kalktığımda ise onunla ilgili haberleri okumak beni son noktaya getirdi ve böylelikle onunla ilgili bir iki şey söylemek istedim. Aslında facebookta güncel ileti de yazabilirdim ama o kadar yoğundu ki söyleyeceklerim iki üç satırla yetinemeyeceğimi farkedip çok özlediğim bloguma koştum.

Gözyaşlarımı tutamıyorum, sanki bir yakınım ölmüş gibi çırpınıyorum sabahtan beri. Bazı insanların hiç ölmeyeceğini düşünüyor insan. Mesela Kemal Sunal gibi; öldü, yıllar geçti, herkes yaşıyormuş gibi davranıyor ya, benim için o da öyle kalacak. Her zaman hatırlayacağım ve her zaman büyük bir usta olduğunu düşüneceğim. Bildiğiniz o “ustanın hikayesi” kurgusundaki ustalardan değil ama bu usta. Bence gerçekten çok önemli bir düşünür, felsefeci, çevreci ve solcu. Yol arkadaşlarını asla bırakmadı, asla sözünü söylemekten korkmadı ve hep neyse o oldu. Bu topraklar üzerindeki hiçbir insanı, kavimi, dini düşünceyi ayırmadı. Daha fazlası olmak için hiç hayatı bırakmadığını düşündürürdü. Her izlediğim haliyle, her söylediği sözle örnek oldu. Okuduklarının yanında hala daha o kadar çok okumak istediği kitap vardı ki; bilgiye doymayışı, hep daha fazla öğrenme isteği insanı heyecanlandırmayı bırak daha çok utandırıyordu. Bu yaşına gelmiş arkadaş; neredeyse bilmediği, görmediği hiçbir şey yok, bu heves nereden geliyor demek istiyor insan ancak o, o kadar güzel anlatıyordu ki bu duyguyu, insan kendini boşa geçirdiği her an için suçlamaya başlıyordu o anlatırken.

Herkesin aklına ilk dizileri, söylediği sözler, okuduğu şiirler gelse de benim aklıma ilk NTV yeşil ekran için yaptığı “Tuncel ve dostları” adındaki belgesel tadındaki programı gelir nedense. Çok etkilenmiştim her halinden. Küçüklüğümden beri izlediğim filmleri bir yana o programı ayrı bir yana koyarım o yüzden. Çok şey öğrenmiş, ona daha çok bağlanmıştım o programdan sonra. İlgimin odağı olmuş, onunla ilgili daha fazla öğrenmek, ondan öğrenmek ister olmuştum.

Umarım öyle bir yere gitmiştir ki özlediği bütün dostlarıyla karşılaşabilir. Oturup rakı sofrasına, derin sohbetlere dalabilir ve öldüğünü bilmez, hissetmez. Çok özlediği Yılmaz’a kavuşmuştur belki. 

Pazar, Eylül 14, 2008

...FoToğRaFsıZ...

Bir şeyler kayboldu sanki...
Yazamıyorum...
Yazacak, anlatacak tek bir şey bulamıyorum. Paylaşmak istemiyorum belkide hiçbir şeyi. Paylaşınca neler olduğunu yeterince gördüm. Her paylaşılanla biraz daha yok oldum, biraz daha kayıp verdim. Herkes istediği şeyi aldı gitti benden, kimse anlamaya çalışmadı. Hani edebi bir şeyler yazsam, roman gibi olsaydı bazı şeyler herkes kendine göre canlandırabilirdi karakteri; ama ben sadece kendimi yazmıştım. Nerede olduğumu, ne durumda olduğumu...

Şimdi hiç gerek duymuyorum, yaşadığımı yazmadan da hissedebiliyormuşum demek ki diyorum. Halbuki geçen şu zaman diliminde ne kadar çok oturdum bilgisayarın başına yazabilmek için. İçimdeki coşkuyu, sevinci, hüznü, huysuzluğu anlatabilmek için; ama olmadı başaramadım. Korktum yazmaktan. Kendimden korktum, açık vermekten daha da çok korktum.
Oysa ne güzeldi yazmak, yazmakla uğraşmak, yazdıklarıma ağlamak, gülmek, ilerlemek. Her yazımda yeni bir ironi yaratmak.
Resimler, fotoğraflar olmuştu hayatım. Kendimi bulduğum her resmin altında bir yazım vardı. Artık neşeli fotoğraflar yaratmakla, o fotoğrafları çekmekle uğraşıyorum sadece. Onler benim fotoğraflarım olduğu için belkide her baktığımda yeniden gülümsüyorum, çekerken "çekiyorum, gülümseyin" derken gülümsediğim gibi. Herkes gülümsesin istiyorum. Bende baktığımda gülebileyim diye.

Kendime yaşamayı öğrettim bu zaman diliminde. Güzel yaşamayı, tatsızlıktan mutlu olmayı. Mutlulukla daha da fazla mutlu olmayı.
Eskiden fazla mutlu olmak üzerdi beni, korkardım mutluluktan; elimden kaçıp gidecek sanırdım. Artık korkmuyorum, getirin bütün mutluluklarınızı bende mutlu olayım sizle beraber.

Ne kaldı ki bu dünyada, acı paylaştıkta alim mi olduk sanki, nerde o acılar şimdi?
Herkes acılarını bıraktı, yarı yolda bıraktılar, umursamadan mutluluklarıyla yol ayrımında ayrıldılar. O yüzden iyi gün dostu olmayanla kötü günümde yok artık. Paylaşamam artık tek bir nefesimi bile. Paylaştıkta ne oldu, ne kaldı benden geriye.

Unutulup gitmemek için mutlu günü paylaşmak lazım; çünkü insanlar hep mutlu günlerini hatırlıyorlar. Kimse sıkıntılı anına geri dönmeye, o gününden ders çıkartmaya çalışmazken ben sadece o günlerde anı olarak kalınca, o günlerle birlikte yok olup gidiyorum. Sessizce bitiyorum. Ölüm gibi, ayrılık gibi.
Yazılarıma bir tek hasret kalan kişiye yazıyorum, yok olup gitme, umursama dünyayı ve biraz da kendin için yaşa ve beni yarı yolda bırakıp gitme...
Sensizliği sensiz kalmadan bilemeyen insanlar için yaşama. Ben senin her sözünü tutup, herkese senin sözlerini anımsatırken, bana kattığın doğru şeyler için biraz kendine zaman ayır. Seni seviyorum, daha çok ihtiyacım olacağı günler olacak, kendine dikkat et ne olur.

Perşembe, Eylül 27, 2007

öZgüRLeştiRebiLecekLeRimiZdeN misiniZ?


Uzun zamandır blogumla ilgilenmiyordum. Tabiki yazı yazıyordum ama buraya değil, kendi özel defterime. Paylaşmak, konuşmak, yayımlamak içimden gelmiyordu. Bugün niye yeniden yazı yazmaya başladığımı soracak olursanız eğer; farkettim ki insanın elinden alınamayan tek özgürlüğü yazmakmış. Herkes istediği gibi yazabiliyor; düşünce özgürlüğünün bile layığıyla sağlanamadığı bir ülkede yaşarken üstelik. Birçok gereksiz köşe yazarlarının köşeleri doldurup yazmasına kimse karşı çıkmazken, çıkamazken; kimse de benim yazı yazmama karşı çıkamaz diye düşündüm.

Ve özgürüm... Tek özgür olabildiğim yerdeyim. Özellikle Türkiye koşullarında erkekler başı açık, kadınlar türbanla gezerken bile; dikkat edin o kadınlarında tek özgür oldukları konu yazı yazmaları, o kadar özgürler ki üstelik g-string giymekten bile bahsedebiliyorlar muhafazakar gazetelerinde. Başka yerde bahsetseler, günlerce dayak yiyebilirler belki ama gazete gibi daha aleni bir ortamda bu konuyu ele alabiliyorlar.

Kadın hep arka planda olmalıdır, erkeğine destek olmalıdır, ondan bir adım öne çıkmamalıdır. Her konuda söz hakkı olamaz, her yerde her konudan bahsedemez. Rahatça espri yapamaz, küfredemez, kaba davranamaz, rahat rahat oturamaz, gaz çıkaramaz, öpüşemez, sevişemez; kısacası erkeklerin hak ve özgürlüklerinin hiçbirine konamaz. Çünkü ayıp, çünkü günah, bir kadına yakışmaz; kadın dediğin hanım hanımcık oturmalıdır, narin davranmalıdır, her an kırılcakmış gibi, hassas gözükmelidir. Süslenmelidir, giyinmelidir; bunları yaparken de dikkat çekecek kadar abartmamalıdır. Ev işlerinde, kocasının istediği her yerde en mükemmel kişi olmalıdır. Kadın dediğinin on parmağında on marifet olmalı, yoksa ona kadın denmez. Püsür denir, ardından da "bak allah püsür şansı vermiş, kocası hiç iş yaptırmıyor" diye yine kadınlar tarafından, aslında kıskanılarak dedikodusu yapılır, çünkü onların kocasında aynı meziyetler yoktur.

Birçok kadınla konuştuğumda; en cahilinden, en okumuş yazmış olanına kadar; ne kadar zeki, ne kadar üstün sıfatlara sahip olurlarsa olsunlar, çoğunlukla erkeklerinden bir adım geride olmayı tercih ediyorlar. Sırf erkeklerini küçük düşürmemek, onların egolarını tatmin etmek için. Ve ne koşullarda olursak olalım, hepimizin sonu bu galiba? Her birine yeni başarılar kazandıralım ve sonra da her başarılı erkeğin arkasında duran kadın olmayı kabul edelim, üstelik bununla da övünelim.

Ben başarılı bir kadın olmak, arkamda da duran, destekleyen bir erkek olsun istiyorum. Bir gün nobel kazanayım ve çıkıp kürsüde konuşmamı yaparken; sağ elimle nobeli yukarı kaldırırken; o an eşime armağan edebileyim. Mesela; "Öncelikle beni bu ödüle layık gören herkese ve küçüklüğümden beri destek veren aileme teşekkür ederim. Ama aranızda öyle biri var ki her zaman yanımda oldu ve pes ettiğimde bile beni güçlendirerek yoluma devam etmemi sağladı, huzurunuzda o özel kişiye minnetimi sunarım. Seni seviyorum bitanem." Komik tabiki; bir defa böyle bir konuşma bu kadar kısa olmaz, sonuçta MTV Müzik Ödülleri değil bu, ikincisi bu ödülü kraliyet ailesinin önünde alıyorsun, bu kadar ciddiyetsiz ve romantik olamaz, ama buna benzer bir şeyden bahsediyorum, yani tema bu.

Düşünsenize bir erkek bir bayanı sadece manevi destekle çok yüksek bir kademeye getirmiş ve bunun altında ezilmiyor, aksine gurur duyuyor. Olabilir tabiki neden olmasın, belki de ben olurum o şanslı kişi; nobeli alan kişi olmaktansa, böyle bir eşe sahip olan şanslı kişi olmayı tercih ederim üstelik.

Kadınlarımızın özgürlüklerini, hayatlarını, yaşanmamışlıklarını geri istiyorum. Bu mümkün değilse bile en azından onların yaşayamadığı güzellikleri atlamadan, yaşamam gerekenleri zamanında, çok geç olmadan doyasıya yaşamak istiyorum. Çok mu zor dersiniz?

Salı, Nisan 10, 2007

...taM oRtasıNa aZ kaLa...

Tam ortasındayım yağmurun
Karın, soğuğun ortasındayım
Nasıl da paylaşıyor insan isterse
Nasıl da birmiş meğer hasretler
Nasıl da mecburmuşuz
Sabretmeye, sevmeye, öğrenmeye
Tam ortasındayım yolun
Koşunun ortasındayım
Tam varıyorum ki hedefe
Bir yenisi başlıyor
Bu oyun hep aynı değişmiyor
Hala devam hala figan
Hem de bile bile









Hayatımla ilgili kararlar almanın tam ortasındayım. Şimdiye kadar o kadar çok karar almışım ki, ne kadarlık ömrüm kaldı bilmiyorum ama kalan kısmında, daha ne kadar farklı kararlar alabilirim çok merak ediyorum.
Umuyorum insan bir süre sonra durgunlaşıp, dinginleşebiliyor ve karar almayı bir kenara bırakıp, aldığı kararları uygulamakla geçirebiliyordur ömrünü. Gerçi yaşam tarzıma ve karakterime bakarak söylemeliyim ki; rutinlikten hoşlanmayan biri olarak, eminim son nefesime kadar yeni bir karar alıyor, yeni bir yolda ilerliyor olacağım. Tabiki bu durum bir yandan beni korkutmuyorda değil, acaba maymun iştahlı mıyım, bu yüzden mi alıyorum her yeni kararımı diye düşünmeden de edemiyorum.
Şimdiye kadar o kadar çok karar almışım ve o kadar çok kararımdan geri dönmüşüm ki; insan neydim, ne oldum diyor bu yaşına rağmen.

Küçük bir kız çocuğu iken; ders çalışmakta neymiş, ödev yapma, gez, eğlen, belli bir zekan var her şeye yeter, ideallerini nasılsa gerçekleştireceksin diyen biriyken; şimdilerde uyumayı bile haram ediyorum kendime. Daha fazla ne öğrenebilirim, ne katabilirim kendime. Nerede, hangi sanatçı ne yapıyor? Bak bu yaşına gelmiş neler neler başarmış demekten alıkoyamıyorum kendimi. Şunu da belirtmeliyim ki; tembellik hakkımı her zaman rahat rahat kullanmama rağmen, asla idealist olmayan bir çocukta olmadım. Her zaman yapılacak işlerim, kazanılacak zaferlerim vardı. Bu zaferlerin her biri de kendime karşıydı üstelik. Hayat bir koşudur ve piste çıktığımda sadece kendimle uğraşırım. Benimle birlikte koşanlara yardımcı olabildiğim kadar olurum. Asla başkalarını yenmek için değil, sadece kendi rekorumu yenmek için koşarım. Bir işe girdiğim zaman kendimin bir önceki başarısından daha iyi ne yapabilirim diye çırpınırım. Sanırım bu ailemizle ilgili bir hastalık. Hepimizde bulunan "başarabileceğin işi üstlen, yapabileceğinin en iyisini yap, asla hiçbir işi yarım bırakma" tezi.
Başarısızlıklarımızda oldu tabiki, insan her zaman başarmak zorunda değil, başarmak için çok çabalasakta, hayat; her zaman bizden bu kadar emin değil. Bu yüzden başarısız olduğuma değil, nasıl başarısız olduğuma üzülürüm her zaman. Hatayı nerde yaptım, neyi eksik yaptım diye kendimi, içeriğimi kurcalarım. Bu yüzden yazdığım kitabı hala bir yayınevine gönderemiyorum. Hala eksikler, hatalar mevcut bana göre, hala okuduğumda bir yerlerini değiştiriyor, bir bölümünden sıkılabiliyorum. Bu yazdığım kısa yazılarda da böyle. Şimdi bunu yayınlamadan önce 10 kez daha okurum, yayınladıktan sonra da bir o kadar daha. Bulurum bir eksik; şöyle bir cümle, şöyle bir fotoğraf daha iyiymiş diye. Ama basılmıştır bir kere, okuyucu yorumunu bile yapmıştır, değiştiremezsiniz, değiştirilmez.

Hayatta bununla paralel gidiyor, yazılarımda olduğu gibi sonradan farkettiğinizde eksikleri yerine koyamıyorsunuz; o anlar çoktan yaşanmış, bitmiştir. Hadi o günlere döneyim, şurada şunu yapmayı unutmuşum, yapayım diyemezsiniz. Diyebilsek nasıl olurdu düşünsenize; her şeyin akışı değişirdi. Ama hala elimizde bir şansımız daha var; eksikleri zamanında farkedebilmek. Önümüzde daha birçok yaşanacak durum var ve illa ki benzer durumlarla karşı karşıya kalacağız. İşte o an gelip çattığında aynı hatayı tekrarlamamaktır, hayattan ders almak.

Önümüzdeki bir sene aynı hataları tekrarlamaktan uzak durmak istiyorum. Tam hedefe vardığımda yeni bir hedef daha çıkacak önüme biliyorum ama bu hedefin yönünü tayin edebilecek bir sene. Mesleğimle ilgili ana yolu seçeceğim ve ardından diğer hedefleri yan yollar olacak. Bu yüzden tam ortasındayım her şeyin. Hangi bölümde okumak istediğime karar verdiğim seneyle eşdeğer bir konumdayım. Şimdi her şeyi rayına oturtma zamanı ve kendim için, geleceğim, gelecekteki ailem ve kendi ailem için doğru kararları alıp, yapabileceğimin en iyisini yapabilme zamanı. Umarım çok fazla hataya düşmem ve zamanı geriye döndürmek isteyeceğim anlar yaşamam.

Şimdi nerden çıktı bu yazı demenizi istemem sadece eve dönüş yolunda radyoda çalan bir parçanın hayatıma bir damla gözyaşı düşürmesi, yüzüme de bir tebessüm eklemesi sonucunda, bu şarkıyla, hissettirdikleriyle ilgili bir şeyler yazmak istedim.

Ara sıra çok fazla yaşanmışlığı olmayan, üzülmemin gereksiz olduğu durumlarda bile, kendi içimde bazı koşulları büyüttüğümü biliyorum, sanırım bu da biraz yeteneğimi ortaya çıkarabilmem için kendime yaptığım bir düzenbazlık. Bunu da yeni farkediyorum üstelik. Ben şimdiye kadar mutsuz olmaktan korktuğum için, mutluluklarımı elimin tersiyle ittiğimi düşünürdüm ama sanırım hepsi yazılarım içinmiş. Hepsi olmasa da bir kısmı desem daha doğru olur, ama bu korkumu artık yenmeliyim. Mutlu olduğum, sevindiğim anların altında bir şeyler aramamalıyım. Sevdiğim ve sevildiğim zaman; daha kötü olabileceğinden korkarak kaçmamalıyım. İçimden nasıl geliyorsa suyunu çıkarana hatta düşman olana kadar; kavgasıyla, sevinciyle yaşamalıyım yeni ilişkilerimi. Kimsenin bir kez daha arkadaş kalalım sözünü duymak istemeden, aşkın dibine vurarak; gerekirse can acıtarak, canımın yanmasına ve hayatıma dahil olunmasına izin vermeden yaşayacağım ne varsa. Paranoya yapmayacağım artık, ilgisiz kalan biri olursa karşımda; beni artık sevmiyor mu, ilgisi mi bitti, başkası mı var diye düşünerek şüpheye düşmeyeceğim. Bitecek bir şey varsa, vardır. Sürüklenmenin, üzülmenin anlamı yoktur. Giden gider, kalan kalır. Varsın birkaç kişide beni kötü bilsin, iyi olduğumu bilenler, bana inananlar lazım.

Eski yazılarımı okuduğumda, yeni yazılarımdan birinin içindekine benzer bir cümle bulunca; yaşanılan durum farklı olmasına rağmen, aynı cümleyi kurmuş olduğumla yüzleşiyorum. Yaşadığım her şey farklı ama, demek ki ben kafamda yaşamak istediğimle yaşatıyorum kendimi. Hiçbir yaşanılan, hiçbir anı mükemmel değilmişte ben onları mükemmele çevirmişim, ben anlam yükleyip, kendimi aşkla, acıyla, yalanla, dürüstlükle doldurup yoluma devam etmişim gibi. Bu yüzden bir daha aynı cümleleri kurmak istemiyorum.
Bir daha hataya düşmek, ilişkinin sağlamlığını sınamak için, korkuyla, bilinçsiz davranmak, sonra da niye böyle yaptım, bu durumu sağlayan aslında bendim diyerek kendimle yüzleşmek, olmadığım biri gibi davranmak istemiyorum. Farkettiğim an; en çok o acıyla kavrulan, en çok suçlu olan ve suçunu kimselere itiraf edemediği için; üzüldüğü konu terkedilmesiymiş gibi davranan kişide olmak istemiyorum. Kendi hatamı bildiğim için, hata yapanın hatalarını görmemezlikten gelmek, buna hakkı var; benim yaptıklarımın yanında onun yaptıkları ne ki demek, bunu karşımdakine hissettirmemek için kendi içimde kavrulmak, bir şeyleri gizlemek istemiyorum.

Her şey insanlar için; eğrisiyle, doğrusuyla, üzüntüsüyle, neşesiyle...Her şey ama her şey...Bu yüzden pişman olmamak lazım hiçbir şeyden yinede, hayata sahip çıkmak, dört elle sarılmak lazım. Hala figan bir şekilde devam etmek istemiyorum sadece. Sanırım bunu uygulasamda uygulamaktan kaçacağım anlarımın da farkındayım.



Pazar, Nisan 01, 2007

.chiLdhood sweetheaRt.

...kalbinde çözülmeden kalan her şey için sabırlı ol. Soruların kendisini sevmeye çalış. Kilitli odalar ve yabancı lisanda yazılmış kitaplar gibi, cevapları şimdi arama, şu anda cevaplar sana verilemez; çünkü sen henüz onlarla yaşayamazsın.

Bu, her şeyi yaşama meselesidir. Şu anda, senin soruyu yaşaman gerekiyor.
Belki daha ilerde, farkına bile varmadan, günün birinde kendini cevabını yaşarken bulacaksın...

Rainer Maria Rilke

O gün çoktan geldi sevgilim. Şu anda cevapları yaşıyoruz. Sen soruları soruyorsun; ben cevapları veriyorum ve ben sorularımı sormadan; yanıtlarımı alıyorum. Yıllar sonra bu sorularla yüzleşeceğimizi bilemezdik, bu soruları yaşarken. Şimdi cevaplar yüzümüze tokat gibi çarpmıyor ama cevabı bilinmezliklerde kaybolan sorular; bize tokadı öyle sağlam çarptı ki zamanında, kendimize gelmemiz ayları, hatta yılları buldu.

Şu an yaşarken, sana yaptıklarımın cezasını çekiyorum sevgili. Hep ben sana ah ederken, kendimi, senin hiç etmediğin o ahların içinde buluyorum. Sana ne yaptıysam; farkında olduğun ya da olmadığın, ben hepsini şu an da yaşıyorum sevgili. Senin benden başkasıyla mutlu olmamanı dilediğim gün, kendim içinde dilemişim sanki. Senden gördüğüm sevgiyi ve saygıyı hala bulamıyorum. Hala keşmekeş günler yaşıyorum. Yaşadıklarımı haketmek için ne yaptım diye sorarken, şimdi cevabını sana yaptıklarımla ödediğimi farkediyorum.

Yaşadığımız aşka bir gün bile leke sürmediğin ve leke sürülmesine de izin vermediğin için teşekkür ederim sevgili. Hayatına tek bir şey katamadığım günlerde bile; hayatından gitmeme ve üzülmeme izin vermediğin için, hayatıma karışmadan, hayatımda varlığını koruyabildiğin için ve en arsız zamanlarımda bile beni korumaya, gözünde yüceltmeye devam ettiğin için teşekkürler sevgili...

Esas aşık olan; bu aşkı koruyan, candan seven senmişsin. Cevapları bulduğum bugünlerde ben en çok bu cevapla yaşıyorum ve seni üzdüğüm günler için kendime şimdi daha çok kızıyorum.

Hep bir dizinin karelerinden geçti yolumuz. Sonunu hep merak ettik, bu şekilde sürmeye devam eder mi acaba diye. Sonumuzda "biz" olmayacak; ayrı yollarda, ama paralel devam edeceğiz yaşantımıza. Yıllar sonra birçok itirafım var sana; ama bu itiraflarla seni daha da üzmek, bana olan saygını yitirmene olanak sağlamak istemiyorum sevgili.

Ben hep senin beni üzdüğünü düşünürken, sen ne kadar çok acı çekmişsin benden yana, ne kadar fazla şeyle yüzleşmek zorunda kalmışsın. Evet, ben iyi biri değilim sevgili.

O gece; hani hatırlıyor musun, tüm kelimelerin boğazımda düğümlendiği gece; nefes bile alamazken, bir tek sen vardın, gecenin 3'ünde yanıbaşımda. Nasıl olduysa hissetmiş ve yanıma gelmiştin. O gece senin sayende yaşamaya devam edeceğimi sanmazdım sevgili. Nefes almamı sağlarken, niye yaşamam gerektiğini hatırlatmıştın. Yanımdayken, belki de yanımda olamadığın günlerin acısını çıkarmaktaydın. Ben iyi biri olmadığımı sayıklarken, nasıl biri olduğumu ve neden beni sevdiğini anlatmıştın.

Bu son yaşadığımız yıllar öncesine götürdü birden beni. Hani kendimi öldürmemden korktuğun için haftalarca uyuyamadığın günler var ya; işte o günlere. Halbuki hiç o kadar cesaretli, hayata karşı da bir o kadar yenik düşmedim hiç. Sadece o noktaya gelecek kadar üzüldüm, ama beceremedim. Yaşamam için hep bir umut vardı çünkü. Yıllar önce ilk korktuğunda; birlikte olmamız için bir umut vardı. Son korkuttuğumda ise; hem hayatımın daha iyi olacağına dair bir umut vardı içimde, hem de senin yanımda olman öylesine şaşırtmıştı ki beni, gerçeklerle yüzleşmiş, boşuna üzüldüğümü farkedivermiştim birden.

O geceden beri cevapları bulmaktayım sevgili. Bu aşkın bittiğine ama o saflığının hala bizde kaldığına, nasıl gerçekten dost olabildiğimize, yıllara karşı nasıl meydan okuyabildiğimize şaşarak, cevaplandırdım sorularımı.

Seni severken başka kollarda yol aldım. Seni severken, senden vazgeçebilmenin yollarını aradım. Bir daha dönmemek uğruna, yollarımızın kesişmesine izin vermemek uğruna çok büyük kararlar aldım. Ve şimdi yaptırımlarını yaşamaktayım.

Yaşadığım hayata en uzakta durması gereken kişi olmana rağmen; her zaman beni kanatlarının altına aldın; korumaya, yaralarıma merhem olmaya devam ettin. Gerçeklerle yüzleştirdin; bazen acı kelimelerle, bazen de şakalarının içinde.

O gün sorduğun soruya tam olarak cevap veremesemde; şu anda netleşti düşüncelerim. O yoğun sis perdesi aralandı ve ben kararımı verdim. Evet sevgili; hayatımda bir tane daha senden istemiyorum ve kimsede olamayacak biliyorum. Hep seninle yaşadıklarımızdan yola çıkarak, kandım birçok yalana ama kimse senin gibi olamayacak biliyorum. Seninle yaşadığımıza benzer bir durumla karşılaşmak, senin benzerin olan biriyle yaşamak istemiyorum. Bütün özel olma durumunu yitirmişken, başkaları yerini çoktan almışken, bari sana hediyem bu özelliğin olsun.

İlk aşkın saflığı ve gelecek yılların saflığıyla, eski sevgilim olmana rağmen; dost kalabildiğim, dostluğuyla mutlu olabildiğim eski sevgilim olma durumun, senin özel kalmanı sağlayacak. Ve bu konuda "tek" olma durumunu korumaya devam edeceğim. Seninde dediğin gibi elimde bir tane daha senden olmayacak.

Bir daha yollarımız asla kesişmeyecek, bir daha asla güneşin batışını birlikte izlemeye gidemeyeceğiz; biz o güneşi tamamen batırdık ve ay ışığında yol almaktayız artık. Başka sevgiler barındırarak yüreğimizde ve yeni aşklara yelken açarak.

Sadece geçiyordum uğradım, senin içinde bir şeyler yazmak istedim. Seni her zaman sevdim, her zamanda seveceğim, sevgilerin en çoğunu haketmek için elinden geleni yaptın ve benim yaptıklarımla yüzüm kızarmakta...

Kim bilir daha söylemek istediğin neleri barındırıyorsun o büyük yüreğinde; dur, söyleme. Kendi kendime yeterince farkettim. Sana yaptıklarımı, başka kollarda yaşadıkça; yüzleştim her biriyle. Senin yaşadıklarını yaşamak nasıl bir şeymiş artık çok iyi biliyorum sevgili.

Sanırım şaşıracaksın ama; gerçekten özür dilerim. Bunu benden ikinci kez duyuyorsun ve ilk duyduğun anda olduğu gibi şaşırıyorsun biliyorum.

Hayatımda her zaman daha ileri seviyelere çıkan saygınlığını koruduğun için teşekkür ederim sevgili. Umarım yıllar önce dile getiremediğim mutluluğu; başkalarıyla mutluluğu, senin için en iyisiyle, en güzeliyle yaşarsın. Umarım her şey dilediğince olur.

Pazar, Mart 25, 2007

""MaRiQuitA""


"Beni kandırmaktan ne zaman vazgeçecekler?" diyerek konuya girdi Mariquita. Herkes bir olmuş aynı yalanla beni kandırmaya çalışıyorlar, yaşamım gereği zaten uçmam gerekmiyor mu? Yoluma devam edip, tarlalarda gezinmem, yaprak bitlerini yok etmem değil mi doğrusu? Ben onları hiç kandırıyor muyum, benim uçmama izin verin gidip yaprak bitlerini yok edeceğim, sonra anneniz size benim sayemde marul getirecek diye. Zaten kısa olan kın kanatlarım beni taşıyamaz ki eğer bana terlik, pabuç alırlarsa.

Bunları söylerken iyice sinirleri bozulmuş, ön bacaklarını hızlı hızlı birbirine çarpmaya başlamıştı bile. Arkadaşı Coccinellidae ise şimdiye kadar hayatını hiç sorgulamadığını, ona söylenenleri umursamadığını farketmişti. Mariquita kendince haklıydı ama onu bu kadar çok sevmeseydi bu zırvalıklarını dinlemeyeceğininde ayrımındaydı. Cocci'ye göre Mari çok duygusal davranıyordu, hayatı fazla sorguluyor, fazla empati kuruyor, detaylara takılarak kendisini boşuna üzüyordu. Her şeyi olduğu gibi kabul etmeli ve istediği şekilde uçmalıydı.

Mari'nin daha fazla üzülmesine izin vermek istemedi. "Madem her şeyin farkındasın, neden bu kadar aldırış ediyorsun, ya farkına varmadan ölüp, gitseydin, en azından yaşamını nasıl devam ettirebileceğinin bilincinde olarak yaşıyorsun" dedi; hafif azarlar bir ses tonuyla, sakince.

"Ama ben özgürce uçmak istiyorum" diye feryat etti Mari. Bir yere uçarken kendi kararımla uçmak, istediğim elde, masada, dalda konaklamak istiyorum; sürekli rahatsız ediliyorum ve kendi ortamımda huzurlu kalmaya fırsat bulamıyorum. Diğer uğur böcekleri de sevmiyor beni, bir tek sen dinliyorsun ve bir tek sen istediğim yöne uçmamı umursamıyorsun. Lady Bug'a kalsa hep kırlarda olmalıymışım, kendi cinslerimle gezmeliymişim. Seninle bile çok fazla konuşmamalıymışım. İnanır mısın beni bu kadar asileştirenin sen olduğunu düşünebilecek kadar az tanıyor beni ve buna rağmen hala hayatımla ilgili kararlarıma karışabilecek kadar da güveniyor kendisine. Her uçuşumda arkamdan sesleniyor; yine nereye uçuyorsun, kiminle gidiyorsun diye. Sorarım sana; ben ona hesap vermek zorunda mıyım Cocci?

Cocci sessizce düşündü; ne söyleyeceğini bilemiyordu. Mari kendince haklıydı ama sadece kendisine göre haklıydı, en büyük sorunda buydu zaten. Lady Bug kötü biri değildi, biraz fazla konuştuğu ve her işe karıştığı doğruydu ama herkesin iyiliğini düşündüğü için yapardı bunu. Mari'yi kızdırmadan, sessizce sözcükleri çıkardı ağzından; "Evet, senin özgürlüklerine karışmaya hakkı yok, ama eminim her şeyi senin iyiliğin için yapıyor, tabiki bu; ona, hesap sorma hakkını vermez ama sende biraz bu açıdan bak ve onu bu şekilde kabul et. Ben seni nasıl bu şekilde kabul ediyorsam, sen de başkalarına bu şekilde davran, en azından davranmaya çalış" dedi Cocci.

Mari, Cocci'nin sözlerini önce umursamadı, sonra biraz düşündü, olaylar arasında bağlantı kurmaya çabaladı. Seni böyle kabul ediyorum derken, neden bahsetmişti acaba diye, hemen bir cümleden farklı farklı bir sürü anlam çıkarmaya koyuldu.

Cocci farketmişti durumu. "Yine söylediklerime takıldın, kendi konundan vazgeçip bana takıldın değil mi Mari?"

Mari sert kabuğunun içinde hissettirmeden ağlamaya başlamıştı bile. Konuşmaya başlarsa, hıçkırıklarını durduramayacağından korkarak, sessizliğe boğuldu. Cocci her ne kadar üzülsede böyle anları seviyordu. Ona en rahat davranabildiği anlar, böyle zamanlardı. Yavaşça kanatlarını Mari'nin üzerine sardı. "Ağlama küçük kız, ağlama. Eğer ağlamazsan; annem sana terlik, pabuç alacak" diyerek gülümsetti Mari'yi. "Kim ne derse desin seni her zaman, her halinle seveceğim Mari. Ne kadar kızsamda, ben seni böyle sevdim, hiç değişme, sadece daha az üzül bazı şeylere, rahat davran, özgür olman gerektiğini söylediğin kadar özgür davran. Senden tek istediğim bu. Özgür davranmaktan korkma, özgür davrandığında tepki almaktan ise hiç korkma. Rahat bırak herkesi, varsın seni kötü bilmek isteyenler de kötü bilsin. Herkes "Mari iyi biri" diye, bilmek zorunda değil ya? Şimdi ne yöne uçmak istersin, onu söyle bakalım."

Mari yavaşça kafasını kabuğundan çıkardı. Cocci'ye doğru baktı ve onu ne kadar çok sevdiğini düşündü. Her zaman, her şekilde yanındaydı. Bir an; bir gün hayatına başka birisinin girmesinden ve o kişinin Cocci'yle görüşmesini kısıtlamasından korktu. Özgür olduğunu düşünüyordu ama ya aşık olur da özgür davranamazsam, karar veremezsem diye korkarak sıkıca Cocci'ye sarıldı. Kulağına kanatlarının hışırtısı içinde "bir gün gitçek olursam, gitmeme asla izin verme, olur mu?" diye fısıldadı.

Coccinellidae duyduklarını tam anlayamasada, anladığı kadarıyla; anlamsız gelen bu cümleyi tartarak, yine Mariquita'nın aklı nerelere gitti acaba diye düşünerek, sıkıca sarıldı Mari'ye ve çenesini kabuğuna bastırarak, izin vermeyeceğini onayladı.