Yazmayı seviyorum. Yazılarımla başbaşa kalmayı, hayatımdan bir şeyler katarak hikayeler yaratmayı, bazen çok hayata dönük; eğlenceli olmayı, bazen de tamamen içe kapanık; karamsar olmayı seviyorum.. Buraya yazdığım yazıların çoğu tabiki de her yazarın başına geldiği gibi, bir noktasında hayatımla çakışmakta, ancak çoğunluğu gözlemlere ve yaşanılabilir durumlara pay biçilerek hayal gücümle yazılmakta. Büyük bir aşkı anlatırken; büyük bir aşk yaşayamam, büyük bir yenilgiyi anlatırken de; büyük bir kayıp yaşayamam. Yazılarımla aramdaki bağ, sırlarım ancak birgün iyi bir yazar olursam-idolüm Marquez gibi-hayatım bütün okurlarım tarafından merak edildiği an; otobiyogrofimi yazdığım zaman öğrenilecektir.. Şimdilik bu kadar; yazılarımın keyfini çıkarın, yorumlarınızı yazmaktan kaçınmayın. İyi zaman geçirmenizi, hayatımı paylaşırken keyifli anlar yaşamanızı dilerim..

"editöR Notu"


Pazar, Aralık 24, 2006

baNa "kabuL etTim" dE...


Niye korktun bu kadar çok? Gelen sadece bendim. Sadece bedenimi özledim ve geri dönmek istedim. Ben uzaklardayken yazdığın her satırı; düşündüm, önemsedim ve hazmedip geri döndüm. Ben sana kavuşmak için can atarken sen bir türlü içeriye, ait olduğum bedene ulaşmama izin vermedin. Kendini rahat bıraksaydın, bu kadar zor olmazdı sana kavuşmam.
Nefes alamadın, can çekiştin, boğazlandığını düşünerek, yatağında debelenip durdun.
Halbuki ben sevineceğini, bu dönüşten memnun kalacağını, bana gerçekten ihtiyacın olduğunu düşünüyordum. Yanılmış hissettim kendimi. Verdiğin tepkiler o kadar korkuttu ki; bir an döndüğüme sevinmediğini düşündüm.

Sevgiyi haketmediğini, kötü biri olduğunu, kimsenin hayatında olmaman gerektiğini, herkesi sildiğin için çok yalnız olduğunu sayıklayıp durdun. Sonra başladın hıçkıra hıçkıra ağlamaya. Geldiğime sevinmediğini, gittiğimden beri çok değiştiğimi düşündüğün için beni artık istemediğini, gerçekten kötü olduğunu ya da dönüşümün şokunu atlatamadığını düşünüp durdum. Ardından sakinleştin, derin derin nefes aldın ve sessizce, gözlerinden akan yaşları silerek "hoşgeldin" diyebildin.

Uzaklar, sandığım kadar uzak değilmiş. Her şey burada, bizde gizliymiş. Kanıtlanması gereken birçok olay varmış ve yüzleşilmeliymiş her biriyle. Bu yüzden dün gece uyumana izin vermedim. Sanırım ilk yüzleşmemiz birçok şeyi açıklamamıza sebep oldu.

Sana gelmeden önce, onlara gittim. Geride bıraktıklarımıza... Her birini uyandırdım teker teker...
Bizim kavuşmamızdaki gerçeklik gibi, o an öteki gerçekliklerle de karşılaşmalıydık. Senelerin birikimi vardı üzerimizde. Yıllarca çözemediğimiz, nedenlerini, nasıllarını, niçinlerini sorguladığımız birçok şey vardı.
Tek bildiğim, ikimizde tarihi bir gece yaşadık. Eşsizdi, unutulmazdı. Unutulmayacakta; diğer gecelerimiz, gündüzlerimiz ve yaşadığımız her anımız gibi.
Bir kere daha şaşırdık ve şaşırmak için yaşamaya devam etmeliyiz.
Seni uyandırdım çünkü bulunduğumuz ruh haline, geçicide olsa çözüm sağlayacak bir tesadüf yaşanılacaktı. Bizim uyuyamadığımız saatte, uyuyamayan diğerleri ve konuşulacaklar...
Konuşulanlardan sonra; şöyle bir düşününce hayat ne kadar ilginç değil mi?
Her şeyin bu kadar kolay olabileceğini yıllar önce söyleselerdi bize inanabilir miydik? Yılların duygular üzerinde oynadığı oyunlara inanır mıydık? Sanmıyorum. Söyleselerdi; ya es geçerdik ya da oturur ağlardık "gerçek olursa ne yaparız?" diye.
Bu kadar kolaymış sevgili bedenim. Başarılamayacak hiçbir şey yokmuş. Hala yaşanılacak bir sürü acayip şey bulunmaktaymış bu hayatta.

Bu yüzden gel birleşelim, güçlerimizi toparlayalım. Şu ana yetecek kadar kanıt var elimizde, dün gece yeterince delil toparladık diye düşünüyorum. Eski bir dostu bulduk, belki birini yitirdik. Hala eski fotoğraflarımızda olduğu gibi; gülebiliriz, hayatımızı yaşayabiliriz.

Niye geldiğimi sorgulama, hatalarımı yüzüme vurma, beni olduğum gibi kabul et sadece...

Perşembe, Aralık 21, 2006

...RuHuMa aÇıK daVeT...


bir küçük kız çocuğu
kolları ve bacakları çarmıha gerilmiş
beklerken akbabaları
sıcaktan ölümün içinde erimiş
ölüm kolay kabul edememiş
zor hazmetmiş lokmalarını
insanlara ise kolay gelmiş çiğnemek
ölüm onlar kadar gaddar olamamış
sıra küçük kıza en son gelmeliymiş
yenilmesi gereken diğer etler arasında
sıralama şaşmış olmalı
ya da bu insanlar
ölümün içinde kaybolmak kolay olmalı
zor olan yaşamın içinde yol bulabilmek
haritalar, pusulalar faydasız
yörünge ise çok gereksiz
ölümle yol bulunur belki
yaşamla bulunamadığına göre
sevmemeli
isyan etmemeli
sesini yükseltmemeli
bu düzeni böyle kabul etmemeli
birisi ya ölümün içinden küçük kızı çıkartmalı
ya da
yaşamın içinde kaybolmasını engellemeli
bedenin ruha ihtiyacı var
ruh çoktan kaybolmuş
ruhsuz beden hiçbir şey
yalnızken başa çıkamıyor bu düzenle
ruh geri gelmeli
çekmeli bedeni ölümden
yaşamına yaşam katmalı
doğru yolu göstermeli
yeniden hislendirmeli
yeniden güldürmeli
ruh geri gel
yeniden sevdir beni
sev beni
sevmemi sağla


Sen gittikten sonra her şeyi yoluna sokmaya çabaladım. Her yolu denedim, çoğu şeyi değiştiremedim. Bıraktığın bütün hatıraları topladım, açıkta bıraktığın, bir daha görmek istemediğin, canını sıkan her ne varsa, her birini ambalajlayıp, kolilere kaldırdım. Kolileri bu kez en yükseklere koymak yerine, depoya kaldırdım ki, gözün ilişince, açmak isteme, her şeyi, hiç olmamış sanarak unut diye.
Yine de hazırlıklı ol. Her şeyi ortalıktan kaldırmama rağmen, anılardan uzaklaşamadım. Bunun için şimdilerde sana daha çok ihtiyacım var.
İnsan duygularından kaçamıyormuş. Gelirsen belki, birlikte başa çıkabiliriz hayata karşı. Birlikte mücadele ederiz, yorulursan yine gidersin. Hatta bu sefer bende gelirim seninle, birlikte gideriz, hiç dönmeyiz. Gel yeter ki; hiçbir acıya, sevince pay biçmeyelim, sadece kendi yolumuzu kabul edelim. Kimseyi düşünmeden, kimseden yardım istemeden yaşayalım bu yaşamı.
Sevmek suç değil, sevilmekte, bundan kaçmak anlamsız sadece.
Eğer sevgimi her dile getirdiğimde savaşı karşı taraf kazanmış sayılacaksa, bunun dile getirilmesi bir zafer olarak düşünülecekse; işte elimde beyaz bayrağım, hiç bırakılmamak üzere. Varsın bu savaşı başkaları kazansın, kazandıklarını düşünsünler en azından. Benim tek savaşım kendimle, hayatımla.
İşte hayat sana söylüyorum; bu savaşı kazanamayacaksın. Beyaz bayrağımı bir tek sana karşı kullanmayacağım ve ben bir tek sana karşı direniyorum tüm gücümle.

Pazar, Aralık 17, 2006

...AmeLie ve JaNe KaRde$LeR...

Bir zamanlar
iki küçük kız çocuğu
varmış.
Küçük kızlardan biri;
evinden uzakta, ailesini, yuvasını, şehrini özleyerek yaşarmış.
Adı Amelie imiş.
Diğer küçük kız ise;
ailesiyle birlikte, çocukluğunu, büyüdüğü şehri özleyerek yaşarmış.
Adı Jane imiş.
İkisinin de ortak özelliği;
aynı şehri özlemeleriymiş,
farklı sebeplerdende olsa aynı şehre aşıkmış,
bu iki kız çocuğu.


Bir gece bulundukları şehre çok yağmur yağmış, yağmur şehirden çok onların üzerine yağmış; çünkü her ikiside o gece sabaha kadar uyuyamamışlar ve birbirlerinden habersiz, geceyi sabaha dönüştürmüşler.
Ertesi sabah bulundukları yeri ikiside ellerinden geldiğince çabuk terketmişler, birbirlerinden habersiz, okulun bahçesinde buluşmuşlar. O güne kadar sadece selam verip, yollarına devam eden iki küçük kız; o sabah, erkenden, birbirlerini o bahçede bulmanın şaşkınlığı ve telaşıyla ne varsa içlerinde anlatıvermişler.
Ders başlayana kadar telaşla, sanki bir daha konuşmaya hiç vakitleri olmayacakmış gibi anlatmışlar, ayrı geçirdikleri yıllarda yaşadıklarını, üzüntülerini, mutluluklarını.
Öyle sıkı bağlanmışlar ki birbirlerine kardeş olmaya karar vermişler çok geç olmadan.
Bir süre sonra herkes onları bir arada görmeye o kadar alışmış ki; ayrı oldukları anı sorgulamaya başlamışlar.
Zaman geçtikçe daha çok tanımışlar birbirlerini, daha çok bağlanıp, daha çok sevmişler. Gün gelmiş ayrı düşmüşler tartıştıkları konuda, gün gelmiş destek çıkmışlar başkalarına karşı birbirlerine.
Evlerinde fazlasıyla yatak olmasına rağmen, aynı yatakta uyumayı tercih etmişler. Birinden birisi çok üzüldüğünde; esas üzülmesi gerekenden fazla diğerinin üzüldüğü anlardaki gibi.
Birlikte ağlayıp, birlikte gülmüşler...
Gün gelmiş Jane yalnız kalmak istemiş. Hayattan elini ayağını çekmeyi, bir süre kimseyle konuşmamayı, kendini dinleyebileceği anlar yaratmayı arzulamış.
Amelie ise çok kızmış bu duruma; paylaşılacak ne varsa ortadaymış ona göre, daha önce olduğu gibi. Korkmuş kardeşinin üzülmesinden, yanılmasından, hata yapmasından. Her şeyi onun iyiliği için istemiş.
Jane ise şiddetle karşı çıkmış bu duruma; belki hata yapacağını ama bu hatayı yalnız yapmak istediğini, onu çok sevdiğini, ama geçici bir süre onu maruz görmesini dile getirmiş.
Amelie alışamamış bu duruma ve tüm siperlerini kaldırmış kardeşine. Her anlattığı olaya tepkisiz kalmış, suratına söyleyemediği içinde kalan ne varsa, her bulduğu fırsatta laflarıyla iğnelemiş, farkında olmadan yaralamaya başlamış.
Jane ise bulunduğu durumu atlatmaya çabalarken, bir gece bakmış ki uyuyamamasının sebebi sandığı gibi değil. Çok geçmeden gerçek sebebi farkedivermiş; Amelie'ye duyduğu özlem ve son zamanlarda yaptıkları davranışlar.
Düşünmeye başlamış uzun uzun; anlaşılmayacak ne olduğunu, Amelie'nin aslında onun iyiliğini istediğini ama daha fazla yaraladığını görmediğini. Amelie'ye yeri geldiğinde verecek çok cevabı olduğunu ama onu üzmek istemediğini, aksine eski günlerine dönmek için nasılda uğraştığını görmesi gerektiğini.
Amelie ise affedemiyormuş bir türlü kaçıp gitmesini, hayatını onunla paylaşmamasını. Kızgınlığıyla, her bulduğu an onu daha fazla yaralamak için değilde, hala orada; hayatında bulunduğunu farketsin diye sadece kendini belli etmeye çabaladığı için sert, hızlı oklar fırlatıyormuş.

Her kardeş kavga eder, her dost ise birbirini affeder. Kardeşlerin barışmamak için dayanakları kan bağıdır, nasıl olsa bitecek dargınlığımız diyerek hep daha sonraya atarlar birbirlerini. Dostlar ise daha çabuk barışırlar, kaybetme korkusuyla.
Sanırım bu hikayemizdeki Amelie ve Jane gerçekten kardeşler ve birbirlerini sonraya atıyorlar.

Hikayemizin sonu ne mi oldu?

Bir sabah, birbirlerini buldukları şehirde çok yalnız olduklarını farkederler. Uyuyamadıkları bir gecenin sabahında yine okul bahçesinde bir tek birbirlerini bulurlar ve ne kadar çok özlediklerini, özlendiklerini farkedip; birlikte uyumaya giderler.


Perşembe, Aralık 07, 2006

...$a$ıRMaK iÇiN Ya$aMaK...


Umarım ruhum huzur bulur gittiği yerlerde. Bana gelince; bedenin olarak buralarda seni bekliyor olacağım tüm özlemimle. Unutma ki bizi birbirimizden başka kimse anlayamaz, bir an önce dönmeye bak; ruh bedenden çok fazla ayrı kalamaz. Kalırsa beden yalnızlıktan ölür, hayatla başa çıkamaz. Ruhum kendine iyi bak...

Giderken hiçbir şey bırakmadın geride. Sadece ben kaldım sana dair. Kim bilir nerelerdesin şimdi? Hangi yaban ellerde; hangi teni kokluyorsun? Hangi bedende; aradığın şevkati, sevgiyi, aşkı buldun?

Sen gittiğinden beri yarım kaldım buralarda. Merak etme kimseye yokluğunu hissettirmiyorum, herkes sende bulduklarını hala bende de bulabiliyor. Elimden geldiğince yardımcı olmaya çabalıyorum, ağlayarak geldiklerinde kucağımı açıyorum, gülerek geldiklerinde ise en az onlar kadar mutlu olmaya çabalıyorum. İnsanların yaşamında bu şekilde yer almaktan bıktığın için, döndüğünde bir daha gitmemen için, yeni hayat felsefeleri üzerine yoğunlaştım ve yavaş yavaş uygulamaya bile başladım. Umarım yokluğunda yaşamımıza bir çözüm bulurum ve sen daha çabuk dönebilirsin, döndüğünde de bir daha gitmezsin.
Her zaman seni bıktıran, canını sıkan, yatağına yattığında uykularını kaçıran, içinde kalan ne varsa hepsini yaşıyorum tek tek. Bundan önceki hayatımızda ne varsa hepsini silip atıyorum. Daha fazla mutlu olmayı öğretiyorum kendime. Yıllarca kaçtığımız, yapmak isteyipte yapamadığımız ne varsa hepsini yaşamaya çabalıyorum.
Üzülmemeye çalışıyorum artık, mutlu olmaya çabalamadığım gibi. Ne varsa yaşanılan sorgulamadan kabulleniyorum. En kötü durumlarda bile; üzülmemin çözüm olmadığını anladığım için yıpratmıyorum kendimi. Varsın bu da olsun, bu da yaşanılsın diyorum. En iyi durumlarda ise eskisi gibi hemencecik heveslenmiyorum, sadece o an mutluluğu yaşatıyorum kendime, daha sonradan daha fazla üzülmemek için, kurmuyorum olanları, anlamlar yüklemiyorum kendimce. Sadece şaşırıyorum hayata karşı, şaşkınlığımı gizlemeden. Aaa bu da mı oldu? Olsun, sadece şaşırdım diyorum. Hayat gerçekten umutlarla, süprizlerle, tesadüflerle dolu ve sırf şaşırmanın verdiği haz için yaşamamız lazım.

Dönmeni istemeyeceğim bu sefer senden. Ben bu hayatı rayına oturtana kadar, kal gittiğin yerlerde. Dönüşün öyle sağlam olmalı ki, temelimiz bir daha asla oynamamalı oturttuğumuz yerden.
Sadece bilmeni istedim. Senden izin almalıydım normal şartlarda, "bak hayatımızı değiştiriyorum razı mısın?" diye, ama sen giderken nasıl bana sormadıysan, ben de sana "değişmeli miyiz?" diye sormayacağım.
Hayır, desende değişmeliyiz zaten. Görmüyor musun yaşadıklarımızı? Hiç zevk almamışız hayattan, her şeyi yarım bırakmışız, tamamen bağlanmamışız hiç kimseye, hep altından bir şey çıkacak korkusuyla aldatmışız kendimizi, ya aldanırsak diye. Ne olurdu sanki aldatılsaydık? Gidenlerin daha farklı bir sebebi olurdu ve en azından bu şekilde çıkabilirlerdi hayatımızdan. Şimdiyse hepsi hayatımızda ve bulundukları yerde kalmaya devam edebilmek için çabalamaktalar. Ne yaptın bu kadar diye sormazlar mı? Ne yaptık gerçekten, ne bizi onlara bağlayan, neden silip atamıyorlar ve silmememiz için de emek harcıyorlar? Madem bu kadar seviyorlardı, neden vazgeçtiler daha fazlasından, yaşanılacaklardan?

Sadece sevgililerin değil; arkadaşların, ailen, dostlarında aynı ilgiyi istemeye devam ediyor. Sevgini öyle çok kaşık kaşık dağıtmışsın ki, şimdi herkese hakettiği kadarını verebilmek için çabalıyorum. Bazısına çay kaşığıyla, bazısına yemek kaşığıyla vermeye devam edeceğim dediğimde daha fazla uğraşmak zorunda kalıyorum her biriyle. En doğal hakkımı bile kullanmama izin vermiyorlar. Anlatamıyorum derdimi.
Açık açık söylüyorum yüzlerine karşı, sen bu kadarını yaptın, senden çok yapana ayıp oluyor, daha fazla isteme artık veresiye defteri kapandı, peşinle çalışıyoruz diye bunu bile anlamak istemiyorlar.

Bütün suçu sana atamam tabiki. Beden olarak o kadar çok ihtiyacın vardı ki; sarılmalara, kucaklaşmalara, öpülmelere; sahte de olsa, katlandın çoğuna. Şimdi yalnız kaldığımda sen beni kucaklayamayınca, ruhumu öpen hiç kimse geride kalmayınca, seni daha iyi anlayabiliyorum. Yine de sırf sahte şevkatler uğruna kanmayacağım kimselere. Herkese hakettiği ilgiyi göstereceğim. Bir çay kaşığı sevgi uğruna, kepçem elimde koşturmayacağım kimsenin ardından.
Kim bana bir şeyler yaşatıyorsa onunla olacağım. Yanında olduğum kişiyle yaşadıklarımı sorgulamayacağım bu kez. Ne yaşanılacaksa dibine vuracağım. Sevgi, aşk, kıskançlık, mutluluk, hüzün, arkadaşlık, üzüntü, keder hepsini yaşayacağım, ama gerçekten hayatımda olanlarla. Sorgulamadan, şaşırarak. Seçtiğim kişilerde hayal kırıklığına uğratabilir, bu durumda bile şaşıracağım.


Sana gelince bu yaşamımıza ayak uydurmak için bulunduğun yerlerde çabalarsan, döndüğünde bocalamaktan kurtulmuş olursun. Her şeyden ve herkesten kaçıp, gittiğin için kimseyle ilgili bir haber vermeyeceğim sana, sen açık açık merak ettiğin kişileri sorana dek. O yüreği hala gittiğin yerlere götürüyor musun, yoksa en yakın çöp kutusuna atıp, yeni bir hayata başladın mı çok merak ediyorum. Umarım benim aldığım kararlar gibi, daha yapıcı kararlarla en kısa sürede; bana dönersin. Dönüşündeki tek amaç ben olayım, kimse için dönmeye kalkışma, sen dönene kadar belkide o kişileri çoktan hayatımızdan çıkarmış olabilirim. Bunu bilerek gel.

Bu yüzden; seni, hayal kırıklığına uğratmak istemem. Bunu ruhundan başka kim yapabilir ki zaten?
Sevgilerimle...

Çarşamba, Aralık 06, 2006

...GüLeN aDaM...


Bundan sonra yazı yazacağım zaman kimseye hangi konuda olduğunu söylemeyeceğim.Hiçbir yazımda bu kadar zorlandığımı, daha fazla sorumluluk yüklendiğimi ve kasıldığımı hissetmemiştim. Hissettiğim gün yazmalıydım, yazdıktan sonra da hiç düşünmeden yayınlamalıydım. Yazıyı ne hakkında yazacağımı duyan herkes bir an önce yazmamı, onları güldürmemi söyleyerek, ne zaman yazacağımı sorup durduralar. Tabi durum böyle olunca, sadece kendim için değil herkes için yazıyor olmanın yaşattığı gerginlikle, eksik hiçbir şey kalmasın diye çabaladım durdum.

Çocukluğumdan bu yana her olaya bakış açısıyla, rahatlığıyla, mangal yürekliliğiyle bir tek babamı tanıdım. Babam ki; dünya yansa umrunda olmaz, sağlık olsun der bir köşeye çekilir ve başlar gazetesini okumaya.

Ve en son onu tanıdım ben bu kadar rahat olan. Yeri geldiğinde sinirlendiği de oluyor her insan gibi ama, bu huyunu ancak onunla yaşayınca görebilirsiniz. Ona dışarıdan baktığınızda ne ağlarken, ne öfkelenirken, ne de üzülürken göremezsiniz. Her an mutludur, her an neşe doludur. (Yorgun ve erken saatte uyandığı sabahlar dışında) Sürekli espriler yapar. Zekasını en çok bu yönüyle konuşturur, söylediği hiçbir söz yersiz değildir.

Yaklaşık üç senedir kendisini tanımaktayım, zaten sohbetlerimizde, beraber geçirdiğimiz zamanlarda ne kadar kaliteli, içten, sevimli ve dürüst biri olduğunu hissetmiştim. Ancak son üç haftamı kendisiyle birlikte geçirdiğim için hakkında anlatabileceğim o kadar çok şey birikti ki, nereden başlasam karar veremiyorum.

Hayatımızda atlatılması zor birçok evre geçiririz. Öyle zamanlarda birileri gelsin, bulunduğumuz kuyuya bir ip atsın, bizi yukarıya çeksin diye kimsenin duyamayacağı sesimizle, kuyunun dibinden ekolar oluşturarak çığlıklar atarız. Ne kendi sesimiz, ne de oluşan ekolar duyuramaz içimizdeki çığlığı... Ve öyle bir anımda o yanımdaydı. Teşekkürümü sona mı saklasam, şimdi mi yazsam karar veremiyorum.

Böyle bir döneminizi atlatmak, hayatınızdaki herkesi rahatlığınızla şaşırtmak için tüm operatörlerden NURİ yazıp, 3434'e yollayabilirsiniz. Servis ücreti bir paket Winston soft olup, KDV dahildir.
Öyle anlar yaşatır ki size, ne yaşadığınız koşul kalır aklınızda, ne de ertesi güne kadar çalışıp girmeniz gereken sınavınız. Ya sizinle dalga geçer; hayal aleminizden, yaşadığınız dünyaya döndürür, ya da öyle alakasız bir anda öyle sert bir laf eder ki; konumuz bu değildi ama sağolsun, uyandım dersiniz. Tabi arada sorduğu zor sorularla sizi ağlatabilir, ardından da ağlattığı için üzülürken, dalgasını geçerek sizi güldürebilir.
Eğer aynı evdeyseniz; Nuri'den önce uyanmanızı tavsiye ederim. Ola ki uyuyakaldınız; bir bardak suyla veya konuşan, gülen, zıppırı oyuncak bir bebekle uyandırılmaya hazır olun. Siz uyanmadan asla yanınızdan ayrılmaz.
"Nuri, biraz daha uyumak istiyorum yaa."
"Kalk, çay demledim." (veya nescafeni hazırladım)
"İyi o zaman, kahvaltıyı da hazırla, öyle uyandır beni."
"Yok, onu birlikte hazırlayacağız."
"Nuri kalkmasam."
"Kalk yoksa su geliyor."
"Nuri hastayım bak su dökme sakın."
"O zaman bebek geliyor."
"Kalktım Nuri."
İnsan eve gelen misafirini hiç bu şekilde uyandırır mı? Nuriyse uyandırır, ama sonra çok güzel yumurta yapar, gönlünüzü almış olur.

Şimdi aramızda herkes tuvalet kullanmayı biliyordur diye ümit ediyorum. Mesela sifonun yapısına göre basacak mısınız, yoksa çekecek misiniz anlıyorsunuzdur. Eğer ikisi arasındaki ayrımı bilmiyorsanız bize gelmeyin, yok ben illa geleceğim diyorsanız, gelmeden önce tuvaletimiz konusunda Nuri'den bilgi alın. Engin tecrübeleriyle bu konuda sizi aydınlatacaktır.
Bir insan haftanın üç günü aynı eve gelip, sürekli tuvaleti bozar mı?
a) bozar.
b) sifon bozuktur zaten.
c) Nuri ise bozar.
d) Sevdican ise tamir eder.
e) 3.günde öğrenir.

Adam sürekli "ben bir çövdireyim de geleyim." diyor, her seferinde arkasından sifon bozuluyor. İlk gün bizim sifona alışamadı herhalde biraz sert davranıyor, o da hemen bozuluveriyor diye kendimi avuttum.
İkinci gün suçu bizim sifonda buldum ve galiba bozuldu diyerek anneme, yaptırmayı teklif ettim.
Üçüncü gün tüm gerçekler su yüzüne çıktı. Bence son gün yapıyı keşfetmesi için, durup düşünmesini sağlayan Yasin oldu. Düşündü yani kendince; Yasinde giriyor bu tuvalete ama peşinden benim gibi Sevdi'yi çağırmıyor, demek ki o girince bozulmuyor, bütün tuhaflık bende diye.
Sen git sifonun basılacak düğmesini her seferinde çek, peşinden basma tuşunun altındaki sopayıda çek, ee sopa elinde kalıyor, tüm kapağı söküyor, yeniden basmayı deniyor ve en sonunda pes edip beni çağırıyor. Sonra ben tamir ediyorum, sonra aynı durum Nuri tuvalete gittikçe tazeleniyor.
En son gün demiş ki kendi kendine yok, herhalde bu basılsın diye, bir deneyeyim nasılsa her şekilde bozuyorum, olmadı bir de bu şekilde bozarım. Ve basıyor... İşte sonuç; sifonumuz sağlam, sadece basılınca çalışıyor, her normal sifon gibi. Sonra gelmiş bunu bir de saf saf anlatıyor, böyleymişte ben böyle sanmışım diye.

Nuri içerikli pakedin özelliklerine girince işin içinden çıkamazsınız. Çok yönlü, çok avantajlı; kendi deyimiyle "toptancısıyım, buyrun yardımcı olayım efendim." Bir gün mutlaka köşeyi dönecek, o zekaya sahip ama, kazandığı paraları arkadaşlarına harcayarak tüketeceği kesin.

Uyumlu biridir. Birlikte yemek yemediğiniz sürece yemez. Nuri pasta ye; sende yersen yerim. Nuri kahve iç; sende içersen içerim. Nuri yat; sende yatarsan yatarım.
Bir gece gerçekten çok uykum geldi, öyle ki gözlerimden uyku akıyor.
"Nuri uyuyalım mı?"
"Sınav ne olacak?"
"Sabah erken kalkar bakarız." Bu arada saat gece 1'dir.
"Tamam."
Yatmaya gitmeden önce, elimi yüzümü yıkadım haliyle uykum açıldı; yine de gittim, yattım. Yatakta döndüm, durdum. Baktım bu böyle olmayacak gideyim bari bir horultusunu dinleyeyim, horlamıyorsa daha dalmamıştır diye düşünerek odamın kapısını (bahsi geçen oda Nuri'nin, ama ben varken benim:) açtım. Yavaşça salona doğru yürüdüm, baktım bir ses gelmiyor; kapıyı açmaya karar verdim. Kapıyı açmamla, doğrulması bir oldu. Işığı açtığımda ise mahsun mahsun bana bakıyordu.
"Ne oldu, uyuyamadın değil mi? Ben böyle olacağını biliyordum" diyerek homurdanmalar ("allahım, günahım neydi?","sen bu kuluna akıl ver" vb), ama kalbimi kırmadan.
"Evet, uykum kaçtı, senin de uykun yoksa ders çalışalım mı?"
"Çalışalım hadi başımın belası." Bu sırada dalga geçerek, sakince toparlanır.
"Allel genler nedir?"
"Nuri çok acıktım, yemek yiyelim mi? Herhalde o yüzden uyuyamadım."
"Sen yersen, bende yerim ama bak uykumuz gelecek sonra."
Mutfağa gidilir, makarna yapılır ve tepsilere konulup, televizyonun başına geçilir, saat gece 2 suları.
"Nuri daha getireyim mi, yer misin?"
"Sen yersen, yerim."
"Nuri çok gelir yiyemem."
"O zaman bende yemem."
"Nuri tamam kalk, koy bende yiyeceğim."
Sonra mutfağa gitti, tabakları doldurup; bir elinde benim tabağım, bir elinde kendi tabağı, salona geldi.
"Tuz ister misin?"
Düşündüm bir an, tuzsuz yiyemem, ama yormayayım şimdi geri mutfağa kadar derken, Nuri davrandı ve "al, getirdim." diyerek pijamasının cebine elini soktu ve tuzluğu çıkarıp bana uzattı.
O anı yaşamadan, anlayamazsınız. Sadece Nuri'nin mimiklerini gözlerinizin önüne getirin. O kadar doğal bir şey yapmış gibi bakıyor ki bunu size yazıyla anlatamam.
Gerekçesini söylüyorum, tabağı koltuğunun altına koyamazmış, mutfakta bir kaç kez denemiş tuzlukta durmayıp, düşüyormuş, o da ne yapsın, cebine koymuş. Allahtan evde kot pantalon giymiyor, nasıl çıkartacağını bir düşünsenize. Yemeğimizi yedik, sonuç; bu sefer Nuri uykum geldi dedi ve uyumaya karar verdik.

Adamın hayalleri bile komik. En büyük hayali zengin olmak; bunu Nuri'yi tanıyanlar zaten biliyor. "Bu işi yaparım, ama sana 5o YTL'ye olur, olmadı 10'a bölerim 70 YTL'ye anlaşırız."
Gelelim diğerine; geçen gün kahvaltımızı yaparken türk filmi izliyorduk bende o sırada öğrendim. Orhan Gencebay'ın kızkardeşi öldürülmüştür, öldüren adamın ablası da Müjde Ar. Kızkardeşinin öcünü almak için ablasını kendisine aşık edecektir vs. Kahvaltı sırasında niye bunu izliyorsunuz diye sormayın, akıllı insanlar değiliz. Orhan Gencebay zengin olur, bir köşk alır, odasının bir duvarında da bir perde asılıdır, perdenin arkasında da kardeşinin öldüğü andaki fotoğrafı. İlerleyen sahnelerde bunu göstererek öcünü alcaktır vs. Ama bizim burada durmamız gerekiyor. Çünkü Nuri zengin olunca kendi fotoğrafını böyle bir perdenin arkasına koyup, açıp açıp bakacakmış. Ben Avrupa Yakası'nda ki Burhan'ın kapı girişinde bulunan halı portreden yaptıralım dedim ama o böyle biraz gizemli bir şeyler istiyor diye çok üstelemedim. Sizce gerçekten normal mi? Yoksa her insanın böyle hayalleri olur da ben mi bilmiyorum? Üzüm üzüme baka baka kararır mı? Ve benim de sonum böyle olabilir mi acaba?
Zaten yanında dura dura o kadar rahat biri olmaya başladım ki yemek yediğim tabağı, gezindiğim yerleri, yattığım yeri bir görseniz; bir adam bir kızı bu kadar değiştirebilir mi diye tez hazırlarsınız.
Hem duygusallığımı, hem titizliğimi, hem de herkesi kafama takma huyumu onun yanındayken unutuveriyorum. Yokluğunda ise etkisi geçene kadar belli bir süre bu durumum devam ediyor. Tam etkisi geçeceği sırada, tekrar gidiyorum onun yanına ve etkisini devam ettiriyorum. Tabi o bu durumdan ne kadar memnun bilemiyorum. Kendisine sormayın, vereceği cevaptan korkuyorum çünkü. Ya bıktım derse, bu kız da baydı beni, bir süre görmek istemiyorum derse. Ben ne yaparım sonra? Yok canım, demez herhalde; hem ben onun manevi ablası olacağım bundan sonra hep, o benden kolay kolay vazgeçemez ki!? Hep toyboxlar alacağım, içinden sihirli oyuncak çıksında, mutlu olsun diye ümit edeceğim. Yoksa beğenmiyor ve oyuncağa zarar veriyor. Sihirlere o kadar düşkün ki anlatamam. Özellikle iskambil kağıtlarıyla yapılan her numarayı öğrenme çabasında. Bir gece iki akıllı, sabaha kadar sayısal değerleri hesaplayarak yeni numaralar bulmaya çalıştık ve sonunda beynimizin durmasına sebep olduk. Bir de bu numaraları eve her gelene denerken ki heyecanını görseniz, inanamazsınız. Sen bıkarsın, o bıkmaz.
"Bak şimdi, bir kağıt seç, bana söyleme, ben onu bulacağım. Bu değil, bu da değil, bu da değil, bu."
"Hayır Nuri, az önce bu değil diyerek bıraktığındı."
"Ama bak 10 kağıttan 4'e indirdim, bu da başarı. Bir daha deniyoruz şimdi."
Ve bulana kadar, bu fasıl böyle devam etmekte, en sonunda kurtulmak istiyorsanız; evet, buldun diyerek kaçmaya bakın.

Gerçekten komik biridir. Her yaşanılanı anlatmaya kalkışsam bu blog yetmez zaten. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamazsınız. Ders çalışmaya oturmuşsunuzdur, bir bakarsınız poker oynuyorsunuz, bir bakarsınız size batak öğretiyor. Hem de teorik değil, bildiğiniz pratik, 2 kişiyle nasıl 4 kişilik oyunun uygulamasını yapıyorsunuz diye sorarsanız; oyunu 4 kişilik dağıtıyor, herkesin önündeki kağıtları bir güzel dizip, gerçek oyuncular varmış gibi yere koyuyor. Sonra kimin ne atabileceğini, ne olursa, nasıl davranılacağını sırasıyla öğretiyor. Pokeri de o öğretti zaten, ama yendim; hatta ben telefonda konuşurken 4 tane ası kucağına saklamış ben döper diye açınca full as diye açtı, sonrasında da dürüstlüğünden yaptığını anlattı. Baktı pokerde tüm sigaralarını kaybediyor, aynı gün beni yenmek için yepyeni bir oyun bile öğretti.Şimdi adını bile hatırlamıyorum, böyle hızlı oynanan, eşek gibi, saçma bir oyun ve öğrettiği anda da yenince vazgeçip, benimle ortak solitaire açmaya başladı.
Bizim aramızda yenilmeleri meşhurdur zaten. Aşkta kazanıyor mu derseniz, hayır derim ama hayata karşı kazandığını düşünüyorum.
Bir gün üç kişi 51 oynamaya karar verdik, tek bir sorunumuz var destemizde joker yok. Barış hemen bir çözüm getirdi, 2'lerin bir değeri yok nasılsa, onları çıkaralım 2 tanesi kalsın, onlarda joker olsun. Hep birlikte olur dedik, hatta ben biraz algılayamadım, Nuri anlattı, derken ilk oyun başladı. Herkesin eli kötü ve oyun bitmek bilmiyor, son tura yaklaştık Nuri 2'li attı, "off yeter" diyerek üstelik ve Barış o kağıdı alıp, açtı, oyunu bitirdi. Bende kızdım, "kendin açamıyorsunda niye ona açtırıyorsun, bana karşı muhalefet misiniz?" diye. 2.oyun başladı, Barış bitti, Nuri'nin elde 2 tane 2'li var ve bitmiyor. Tek sorunumuzu destede jokerin olmayışı diye düşünürken, bir de baktık ki daha büyük bir sorunumuz varmış. Nuri 2'nin joker olduğunu anlamamış. Gerekçesini hemen açıklıyorum; Amasya'daki kahvede böyle oynanmıyormuş, kafası karışmış. Ee Nuri en başta sen açıkladın bana, kendin nasıl anlamadın diye sorarsanız, her yörede farklı oynanıyor, Nuri ne yapsın?
Daha birçok hikayemiz var; blöf, satranç, tavla oynarken yaşanılanlar gibi. Ama hepsini burada anlatamayacağım.
Bir daha benden komik yazı istemeyin. Olmuyor, başaramıyorum, bence her yazının içinde biraz hüzün olmalı, biraz benden olmalı. Nuri'nin yazısında hep gülmeliydik, niye bunları da yazdın dememeniz için çok fazla duygusallaştırmıyorum yaşanılanları. Sadece bilmenizi istiyorum bu yazının devamı da olacak, o zaman sizi güldürmemi beklemeyin. Nuri'yle ilgili yazılacak diğer şeyleri görmeyi, bu sefer ben sizden bekliyorum. Yazının devamını sizler getirmiş olursunuz. Biraz da ben gülerim...

Dip Not: Nuri'ye yaşattığı güzel anlar için teşekkür etmeyi tabiki de unutmadım, ama bu yazımda değil, sıradakini bekleyin. Yorumlarınızı yazarken isminizi yazmayı unutmayın. Sevgilerle, bol gülümsemelerle, hoşçakalın...