Yazmayı seviyorum. Yazılarımla başbaşa kalmayı, hayatımdan bir şeyler katarak hikayeler yaratmayı, bazen çok hayata dönük; eğlenceli olmayı, bazen de tamamen içe kapanık; karamsar olmayı seviyorum.. Buraya yazdığım yazıların çoğu tabiki de her yazarın başına geldiği gibi, bir noktasında hayatımla çakışmakta, ancak çoğunluğu gözlemlere ve yaşanılabilir durumlara pay biçilerek hayal gücümle yazılmakta. Büyük bir aşkı anlatırken; büyük bir aşk yaşayamam, büyük bir yenilgiyi anlatırken de; büyük bir kayıp yaşayamam. Yazılarımla aramdaki bağ, sırlarım ancak birgün iyi bir yazar olursam-idolüm Marquez gibi-hayatım bütün okurlarım tarafından merak edildiği an; otobiyogrofimi yazdığım zaman öğrenilecektir.. Şimdilik bu kadar; yazılarımın keyfini çıkarın, yorumlarınızı yazmaktan kaçınmayın. İyi zaman geçirmenizi, hayatımı paylaşırken keyifli anlar yaşamanızı dilerim..

"editöR Notu"


Perşembe, Eylül 27, 2007

öZgüRLeştiRebiLecekLeRimiZdeN misiniZ?


Uzun zamandır blogumla ilgilenmiyordum. Tabiki yazı yazıyordum ama buraya değil, kendi özel defterime. Paylaşmak, konuşmak, yayımlamak içimden gelmiyordu. Bugün niye yeniden yazı yazmaya başladığımı soracak olursanız eğer; farkettim ki insanın elinden alınamayan tek özgürlüğü yazmakmış. Herkes istediği gibi yazabiliyor; düşünce özgürlüğünün bile layığıyla sağlanamadığı bir ülkede yaşarken üstelik. Birçok gereksiz köşe yazarlarının köşeleri doldurup yazmasına kimse karşı çıkmazken, çıkamazken; kimse de benim yazı yazmama karşı çıkamaz diye düşündüm.

Ve özgürüm... Tek özgür olabildiğim yerdeyim. Özellikle Türkiye koşullarında erkekler başı açık, kadınlar türbanla gezerken bile; dikkat edin o kadınlarında tek özgür oldukları konu yazı yazmaları, o kadar özgürler ki üstelik g-string giymekten bile bahsedebiliyorlar muhafazakar gazetelerinde. Başka yerde bahsetseler, günlerce dayak yiyebilirler belki ama gazete gibi daha aleni bir ortamda bu konuyu ele alabiliyorlar.

Kadın hep arka planda olmalıdır, erkeğine destek olmalıdır, ondan bir adım öne çıkmamalıdır. Her konuda söz hakkı olamaz, her yerde her konudan bahsedemez. Rahatça espri yapamaz, küfredemez, kaba davranamaz, rahat rahat oturamaz, gaz çıkaramaz, öpüşemez, sevişemez; kısacası erkeklerin hak ve özgürlüklerinin hiçbirine konamaz. Çünkü ayıp, çünkü günah, bir kadına yakışmaz; kadın dediğin hanım hanımcık oturmalıdır, narin davranmalıdır, her an kırılcakmış gibi, hassas gözükmelidir. Süslenmelidir, giyinmelidir; bunları yaparken de dikkat çekecek kadar abartmamalıdır. Ev işlerinde, kocasının istediği her yerde en mükemmel kişi olmalıdır. Kadın dediğinin on parmağında on marifet olmalı, yoksa ona kadın denmez. Püsür denir, ardından da "bak allah püsür şansı vermiş, kocası hiç iş yaptırmıyor" diye yine kadınlar tarafından, aslında kıskanılarak dedikodusu yapılır, çünkü onların kocasında aynı meziyetler yoktur.

Birçok kadınla konuştuğumda; en cahilinden, en okumuş yazmış olanına kadar; ne kadar zeki, ne kadar üstün sıfatlara sahip olurlarsa olsunlar, çoğunlukla erkeklerinden bir adım geride olmayı tercih ediyorlar. Sırf erkeklerini küçük düşürmemek, onların egolarını tatmin etmek için. Ve ne koşullarda olursak olalım, hepimizin sonu bu galiba? Her birine yeni başarılar kazandıralım ve sonra da her başarılı erkeğin arkasında duran kadın olmayı kabul edelim, üstelik bununla da övünelim.

Ben başarılı bir kadın olmak, arkamda da duran, destekleyen bir erkek olsun istiyorum. Bir gün nobel kazanayım ve çıkıp kürsüde konuşmamı yaparken; sağ elimle nobeli yukarı kaldırırken; o an eşime armağan edebileyim. Mesela; "Öncelikle beni bu ödüle layık gören herkese ve küçüklüğümden beri destek veren aileme teşekkür ederim. Ama aranızda öyle biri var ki her zaman yanımda oldu ve pes ettiğimde bile beni güçlendirerek yoluma devam etmemi sağladı, huzurunuzda o özel kişiye minnetimi sunarım. Seni seviyorum bitanem." Komik tabiki; bir defa böyle bir konuşma bu kadar kısa olmaz, sonuçta MTV Müzik Ödülleri değil bu, ikincisi bu ödülü kraliyet ailesinin önünde alıyorsun, bu kadar ciddiyetsiz ve romantik olamaz, ama buna benzer bir şeyden bahsediyorum, yani tema bu.

Düşünsenize bir erkek bir bayanı sadece manevi destekle çok yüksek bir kademeye getirmiş ve bunun altında ezilmiyor, aksine gurur duyuyor. Olabilir tabiki neden olmasın, belki de ben olurum o şanslı kişi; nobeli alan kişi olmaktansa, böyle bir eşe sahip olan şanslı kişi olmayı tercih ederim üstelik.

Kadınlarımızın özgürlüklerini, hayatlarını, yaşanmamışlıklarını geri istiyorum. Bu mümkün değilse bile en azından onların yaşayamadığı güzellikleri atlamadan, yaşamam gerekenleri zamanında, çok geç olmadan doyasıya yaşamak istiyorum. Çok mu zor dersiniz?

Salı, Nisan 10, 2007

...taM oRtasıNa aZ kaLa...

Tam ortasındayım yağmurun
Karın, soğuğun ortasındayım
Nasıl da paylaşıyor insan isterse
Nasıl da birmiş meğer hasretler
Nasıl da mecburmuşuz
Sabretmeye, sevmeye, öğrenmeye
Tam ortasındayım yolun
Koşunun ortasındayım
Tam varıyorum ki hedefe
Bir yenisi başlıyor
Bu oyun hep aynı değişmiyor
Hala devam hala figan
Hem de bile bile









Hayatımla ilgili kararlar almanın tam ortasındayım. Şimdiye kadar o kadar çok karar almışım ki, ne kadarlık ömrüm kaldı bilmiyorum ama kalan kısmında, daha ne kadar farklı kararlar alabilirim çok merak ediyorum.
Umuyorum insan bir süre sonra durgunlaşıp, dinginleşebiliyor ve karar almayı bir kenara bırakıp, aldığı kararları uygulamakla geçirebiliyordur ömrünü. Gerçi yaşam tarzıma ve karakterime bakarak söylemeliyim ki; rutinlikten hoşlanmayan biri olarak, eminim son nefesime kadar yeni bir karar alıyor, yeni bir yolda ilerliyor olacağım. Tabiki bu durum bir yandan beni korkutmuyorda değil, acaba maymun iştahlı mıyım, bu yüzden mi alıyorum her yeni kararımı diye düşünmeden de edemiyorum.
Şimdiye kadar o kadar çok karar almışım ve o kadar çok kararımdan geri dönmüşüm ki; insan neydim, ne oldum diyor bu yaşına rağmen.

Küçük bir kız çocuğu iken; ders çalışmakta neymiş, ödev yapma, gez, eğlen, belli bir zekan var her şeye yeter, ideallerini nasılsa gerçekleştireceksin diyen biriyken; şimdilerde uyumayı bile haram ediyorum kendime. Daha fazla ne öğrenebilirim, ne katabilirim kendime. Nerede, hangi sanatçı ne yapıyor? Bak bu yaşına gelmiş neler neler başarmış demekten alıkoyamıyorum kendimi. Şunu da belirtmeliyim ki; tembellik hakkımı her zaman rahat rahat kullanmama rağmen, asla idealist olmayan bir çocukta olmadım. Her zaman yapılacak işlerim, kazanılacak zaferlerim vardı. Bu zaferlerin her biri de kendime karşıydı üstelik. Hayat bir koşudur ve piste çıktığımda sadece kendimle uğraşırım. Benimle birlikte koşanlara yardımcı olabildiğim kadar olurum. Asla başkalarını yenmek için değil, sadece kendi rekorumu yenmek için koşarım. Bir işe girdiğim zaman kendimin bir önceki başarısından daha iyi ne yapabilirim diye çırpınırım. Sanırım bu ailemizle ilgili bir hastalık. Hepimizde bulunan "başarabileceğin işi üstlen, yapabileceğinin en iyisini yap, asla hiçbir işi yarım bırakma" tezi.
Başarısızlıklarımızda oldu tabiki, insan her zaman başarmak zorunda değil, başarmak için çok çabalasakta, hayat; her zaman bizden bu kadar emin değil. Bu yüzden başarısız olduğuma değil, nasıl başarısız olduğuma üzülürüm her zaman. Hatayı nerde yaptım, neyi eksik yaptım diye kendimi, içeriğimi kurcalarım. Bu yüzden yazdığım kitabı hala bir yayınevine gönderemiyorum. Hala eksikler, hatalar mevcut bana göre, hala okuduğumda bir yerlerini değiştiriyor, bir bölümünden sıkılabiliyorum. Bu yazdığım kısa yazılarda da böyle. Şimdi bunu yayınlamadan önce 10 kez daha okurum, yayınladıktan sonra da bir o kadar daha. Bulurum bir eksik; şöyle bir cümle, şöyle bir fotoğraf daha iyiymiş diye. Ama basılmıştır bir kere, okuyucu yorumunu bile yapmıştır, değiştiremezsiniz, değiştirilmez.

Hayatta bununla paralel gidiyor, yazılarımda olduğu gibi sonradan farkettiğinizde eksikleri yerine koyamıyorsunuz; o anlar çoktan yaşanmış, bitmiştir. Hadi o günlere döneyim, şurada şunu yapmayı unutmuşum, yapayım diyemezsiniz. Diyebilsek nasıl olurdu düşünsenize; her şeyin akışı değişirdi. Ama hala elimizde bir şansımız daha var; eksikleri zamanında farkedebilmek. Önümüzde daha birçok yaşanacak durum var ve illa ki benzer durumlarla karşı karşıya kalacağız. İşte o an gelip çattığında aynı hatayı tekrarlamamaktır, hayattan ders almak.

Önümüzdeki bir sene aynı hataları tekrarlamaktan uzak durmak istiyorum. Tam hedefe vardığımda yeni bir hedef daha çıkacak önüme biliyorum ama bu hedefin yönünü tayin edebilecek bir sene. Mesleğimle ilgili ana yolu seçeceğim ve ardından diğer hedefleri yan yollar olacak. Bu yüzden tam ortasındayım her şeyin. Hangi bölümde okumak istediğime karar verdiğim seneyle eşdeğer bir konumdayım. Şimdi her şeyi rayına oturtma zamanı ve kendim için, geleceğim, gelecekteki ailem ve kendi ailem için doğru kararları alıp, yapabileceğimin en iyisini yapabilme zamanı. Umarım çok fazla hataya düşmem ve zamanı geriye döndürmek isteyeceğim anlar yaşamam.

Şimdi nerden çıktı bu yazı demenizi istemem sadece eve dönüş yolunda radyoda çalan bir parçanın hayatıma bir damla gözyaşı düşürmesi, yüzüme de bir tebessüm eklemesi sonucunda, bu şarkıyla, hissettirdikleriyle ilgili bir şeyler yazmak istedim.

Ara sıra çok fazla yaşanmışlığı olmayan, üzülmemin gereksiz olduğu durumlarda bile, kendi içimde bazı koşulları büyüttüğümü biliyorum, sanırım bu da biraz yeteneğimi ortaya çıkarabilmem için kendime yaptığım bir düzenbazlık. Bunu da yeni farkediyorum üstelik. Ben şimdiye kadar mutsuz olmaktan korktuğum için, mutluluklarımı elimin tersiyle ittiğimi düşünürdüm ama sanırım hepsi yazılarım içinmiş. Hepsi olmasa da bir kısmı desem daha doğru olur, ama bu korkumu artık yenmeliyim. Mutlu olduğum, sevindiğim anların altında bir şeyler aramamalıyım. Sevdiğim ve sevildiğim zaman; daha kötü olabileceğinden korkarak kaçmamalıyım. İçimden nasıl geliyorsa suyunu çıkarana hatta düşman olana kadar; kavgasıyla, sevinciyle yaşamalıyım yeni ilişkilerimi. Kimsenin bir kez daha arkadaş kalalım sözünü duymak istemeden, aşkın dibine vurarak; gerekirse can acıtarak, canımın yanmasına ve hayatıma dahil olunmasına izin vermeden yaşayacağım ne varsa. Paranoya yapmayacağım artık, ilgisiz kalan biri olursa karşımda; beni artık sevmiyor mu, ilgisi mi bitti, başkası mı var diye düşünerek şüpheye düşmeyeceğim. Bitecek bir şey varsa, vardır. Sürüklenmenin, üzülmenin anlamı yoktur. Giden gider, kalan kalır. Varsın birkaç kişide beni kötü bilsin, iyi olduğumu bilenler, bana inananlar lazım.

Eski yazılarımı okuduğumda, yeni yazılarımdan birinin içindekine benzer bir cümle bulunca; yaşanılan durum farklı olmasına rağmen, aynı cümleyi kurmuş olduğumla yüzleşiyorum. Yaşadığım her şey farklı ama, demek ki ben kafamda yaşamak istediğimle yaşatıyorum kendimi. Hiçbir yaşanılan, hiçbir anı mükemmel değilmişte ben onları mükemmele çevirmişim, ben anlam yükleyip, kendimi aşkla, acıyla, yalanla, dürüstlükle doldurup yoluma devam etmişim gibi. Bu yüzden bir daha aynı cümleleri kurmak istemiyorum.
Bir daha hataya düşmek, ilişkinin sağlamlığını sınamak için, korkuyla, bilinçsiz davranmak, sonra da niye böyle yaptım, bu durumu sağlayan aslında bendim diyerek kendimle yüzleşmek, olmadığım biri gibi davranmak istemiyorum. Farkettiğim an; en çok o acıyla kavrulan, en çok suçlu olan ve suçunu kimselere itiraf edemediği için; üzüldüğü konu terkedilmesiymiş gibi davranan kişide olmak istemiyorum. Kendi hatamı bildiğim için, hata yapanın hatalarını görmemezlikten gelmek, buna hakkı var; benim yaptıklarımın yanında onun yaptıkları ne ki demek, bunu karşımdakine hissettirmemek için kendi içimde kavrulmak, bir şeyleri gizlemek istemiyorum.

Her şey insanlar için; eğrisiyle, doğrusuyla, üzüntüsüyle, neşesiyle...Her şey ama her şey...Bu yüzden pişman olmamak lazım hiçbir şeyden yinede, hayata sahip çıkmak, dört elle sarılmak lazım. Hala figan bir şekilde devam etmek istemiyorum sadece. Sanırım bunu uygulasamda uygulamaktan kaçacağım anlarımın da farkındayım.



Pazar, Nisan 01, 2007

.chiLdhood sweetheaRt.

...kalbinde çözülmeden kalan her şey için sabırlı ol. Soruların kendisini sevmeye çalış. Kilitli odalar ve yabancı lisanda yazılmış kitaplar gibi, cevapları şimdi arama, şu anda cevaplar sana verilemez; çünkü sen henüz onlarla yaşayamazsın.

Bu, her şeyi yaşama meselesidir. Şu anda, senin soruyu yaşaman gerekiyor.
Belki daha ilerde, farkına bile varmadan, günün birinde kendini cevabını yaşarken bulacaksın...

Rainer Maria Rilke

O gün çoktan geldi sevgilim. Şu anda cevapları yaşıyoruz. Sen soruları soruyorsun; ben cevapları veriyorum ve ben sorularımı sormadan; yanıtlarımı alıyorum. Yıllar sonra bu sorularla yüzleşeceğimizi bilemezdik, bu soruları yaşarken. Şimdi cevaplar yüzümüze tokat gibi çarpmıyor ama cevabı bilinmezliklerde kaybolan sorular; bize tokadı öyle sağlam çarptı ki zamanında, kendimize gelmemiz ayları, hatta yılları buldu.

Şu an yaşarken, sana yaptıklarımın cezasını çekiyorum sevgili. Hep ben sana ah ederken, kendimi, senin hiç etmediğin o ahların içinde buluyorum. Sana ne yaptıysam; farkında olduğun ya da olmadığın, ben hepsini şu an da yaşıyorum sevgili. Senin benden başkasıyla mutlu olmamanı dilediğim gün, kendim içinde dilemişim sanki. Senden gördüğüm sevgiyi ve saygıyı hala bulamıyorum. Hala keşmekeş günler yaşıyorum. Yaşadıklarımı haketmek için ne yaptım diye sorarken, şimdi cevabını sana yaptıklarımla ödediğimi farkediyorum.

Yaşadığımız aşka bir gün bile leke sürmediğin ve leke sürülmesine de izin vermediğin için teşekkür ederim sevgili. Hayatına tek bir şey katamadığım günlerde bile; hayatından gitmeme ve üzülmeme izin vermediğin için, hayatıma karışmadan, hayatımda varlığını koruyabildiğin için ve en arsız zamanlarımda bile beni korumaya, gözünde yüceltmeye devam ettiğin için teşekkürler sevgili...

Esas aşık olan; bu aşkı koruyan, candan seven senmişsin. Cevapları bulduğum bugünlerde ben en çok bu cevapla yaşıyorum ve seni üzdüğüm günler için kendime şimdi daha çok kızıyorum.

Hep bir dizinin karelerinden geçti yolumuz. Sonunu hep merak ettik, bu şekilde sürmeye devam eder mi acaba diye. Sonumuzda "biz" olmayacak; ayrı yollarda, ama paralel devam edeceğiz yaşantımıza. Yıllar sonra birçok itirafım var sana; ama bu itiraflarla seni daha da üzmek, bana olan saygını yitirmene olanak sağlamak istemiyorum sevgili.

Ben hep senin beni üzdüğünü düşünürken, sen ne kadar çok acı çekmişsin benden yana, ne kadar fazla şeyle yüzleşmek zorunda kalmışsın. Evet, ben iyi biri değilim sevgili.

O gece; hani hatırlıyor musun, tüm kelimelerin boğazımda düğümlendiği gece; nefes bile alamazken, bir tek sen vardın, gecenin 3'ünde yanıbaşımda. Nasıl olduysa hissetmiş ve yanıma gelmiştin. O gece senin sayende yaşamaya devam edeceğimi sanmazdım sevgili. Nefes almamı sağlarken, niye yaşamam gerektiğini hatırlatmıştın. Yanımdayken, belki de yanımda olamadığın günlerin acısını çıkarmaktaydın. Ben iyi biri olmadığımı sayıklarken, nasıl biri olduğumu ve neden beni sevdiğini anlatmıştın.

Bu son yaşadığımız yıllar öncesine götürdü birden beni. Hani kendimi öldürmemden korktuğun için haftalarca uyuyamadığın günler var ya; işte o günlere. Halbuki hiç o kadar cesaretli, hayata karşı da bir o kadar yenik düşmedim hiç. Sadece o noktaya gelecek kadar üzüldüm, ama beceremedim. Yaşamam için hep bir umut vardı çünkü. Yıllar önce ilk korktuğunda; birlikte olmamız için bir umut vardı. Son korkuttuğumda ise; hem hayatımın daha iyi olacağına dair bir umut vardı içimde, hem de senin yanımda olman öylesine şaşırtmıştı ki beni, gerçeklerle yüzleşmiş, boşuna üzüldüğümü farkedivermiştim birden.

O geceden beri cevapları bulmaktayım sevgili. Bu aşkın bittiğine ama o saflığının hala bizde kaldığına, nasıl gerçekten dost olabildiğimize, yıllara karşı nasıl meydan okuyabildiğimize şaşarak, cevaplandırdım sorularımı.

Seni severken başka kollarda yol aldım. Seni severken, senden vazgeçebilmenin yollarını aradım. Bir daha dönmemek uğruna, yollarımızın kesişmesine izin vermemek uğruna çok büyük kararlar aldım. Ve şimdi yaptırımlarını yaşamaktayım.

Yaşadığım hayata en uzakta durması gereken kişi olmana rağmen; her zaman beni kanatlarının altına aldın; korumaya, yaralarıma merhem olmaya devam ettin. Gerçeklerle yüzleştirdin; bazen acı kelimelerle, bazen de şakalarının içinde.

O gün sorduğun soruya tam olarak cevap veremesemde; şu anda netleşti düşüncelerim. O yoğun sis perdesi aralandı ve ben kararımı verdim. Evet sevgili; hayatımda bir tane daha senden istemiyorum ve kimsede olamayacak biliyorum. Hep seninle yaşadıklarımızdan yola çıkarak, kandım birçok yalana ama kimse senin gibi olamayacak biliyorum. Seninle yaşadığımıza benzer bir durumla karşılaşmak, senin benzerin olan biriyle yaşamak istemiyorum. Bütün özel olma durumunu yitirmişken, başkaları yerini çoktan almışken, bari sana hediyem bu özelliğin olsun.

İlk aşkın saflığı ve gelecek yılların saflığıyla, eski sevgilim olmana rağmen; dost kalabildiğim, dostluğuyla mutlu olabildiğim eski sevgilim olma durumun, senin özel kalmanı sağlayacak. Ve bu konuda "tek" olma durumunu korumaya devam edeceğim. Seninde dediğin gibi elimde bir tane daha senden olmayacak.

Bir daha yollarımız asla kesişmeyecek, bir daha asla güneşin batışını birlikte izlemeye gidemeyeceğiz; biz o güneşi tamamen batırdık ve ay ışığında yol almaktayız artık. Başka sevgiler barındırarak yüreğimizde ve yeni aşklara yelken açarak.

Sadece geçiyordum uğradım, senin içinde bir şeyler yazmak istedim. Seni her zaman sevdim, her zamanda seveceğim, sevgilerin en çoğunu haketmek için elinden geleni yaptın ve benim yaptıklarımla yüzüm kızarmakta...

Kim bilir daha söylemek istediğin neleri barındırıyorsun o büyük yüreğinde; dur, söyleme. Kendi kendime yeterince farkettim. Sana yaptıklarımı, başka kollarda yaşadıkça; yüzleştim her biriyle. Senin yaşadıklarını yaşamak nasıl bir şeymiş artık çok iyi biliyorum sevgili.

Sanırım şaşıracaksın ama; gerçekten özür dilerim. Bunu benden ikinci kez duyuyorsun ve ilk duyduğun anda olduğu gibi şaşırıyorsun biliyorum.

Hayatımda her zaman daha ileri seviyelere çıkan saygınlığını koruduğun için teşekkür ederim sevgili. Umarım yıllar önce dile getiremediğim mutluluğu; başkalarıyla mutluluğu, senin için en iyisiyle, en güzeliyle yaşarsın. Umarım her şey dilediğince olur.

Pazar, Mart 25, 2007

""MaRiQuitA""


"Beni kandırmaktan ne zaman vazgeçecekler?" diyerek konuya girdi Mariquita. Herkes bir olmuş aynı yalanla beni kandırmaya çalışıyorlar, yaşamım gereği zaten uçmam gerekmiyor mu? Yoluma devam edip, tarlalarda gezinmem, yaprak bitlerini yok etmem değil mi doğrusu? Ben onları hiç kandırıyor muyum, benim uçmama izin verin gidip yaprak bitlerini yok edeceğim, sonra anneniz size benim sayemde marul getirecek diye. Zaten kısa olan kın kanatlarım beni taşıyamaz ki eğer bana terlik, pabuç alırlarsa.

Bunları söylerken iyice sinirleri bozulmuş, ön bacaklarını hızlı hızlı birbirine çarpmaya başlamıştı bile. Arkadaşı Coccinellidae ise şimdiye kadar hayatını hiç sorgulamadığını, ona söylenenleri umursamadığını farketmişti. Mariquita kendince haklıydı ama onu bu kadar çok sevmeseydi bu zırvalıklarını dinlemeyeceğininde ayrımındaydı. Cocci'ye göre Mari çok duygusal davranıyordu, hayatı fazla sorguluyor, fazla empati kuruyor, detaylara takılarak kendisini boşuna üzüyordu. Her şeyi olduğu gibi kabul etmeli ve istediği şekilde uçmalıydı.

Mari'nin daha fazla üzülmesine izin vermek istemedi. "Madem her şeyin farkındasın, neden bu kadar aldırış ediyorsun, ya farkına varmadan ölüp, gitseydin, en azından yaşamını nasıl devam ettirebileceğinin bilincinde olarak yaşıyorsun" dedi; hafif azarlar bir ses tonuyla, sakince.

"Ama ben özgürce uçmak istiyorum" diye feryat etti Mari. Bir yere uçarken kendi kararımla uçmak, istediğim elde, masada, dalda konaklamak istiyorum; sürekli rahatsız ediliyorum ve kendi ortamımda huzurlu kalmaya fırsat bulamıyorum. Diğer uğur böcekleri de sevmiyor beni, bir tek sen dinliyorsun ve bir tek sen istediğim yöne uçmamı umursamıyorsun. Lady Bug'a kalsa hep kırlarda olmalıymışım, kendi cinslerimle gezmeliymişim. Seninle bile çok fazla konuşmamalıymışım. İnanır mısın beni bu kadar asileştirenin sen olduğunu düşünebilecek kadar az tanıyor beni ve buna rağmen hala hayatımla ilgili kararlarıma karışabilecek kadar da güveniyor kendisine. Her uçuşumda arkamdan sesleniyor; yine nereye uçuyorsun, kiminle gidiyorsun diye. Sorarım sana; ben ona hesap vermek zorunda mıyım Cocci?

Cocci sessizce düşündü; ne söyleyeceğini bilemiyordu. Mari kendince haklıydı ama sadece kendisine göre haklıydı, en büyük sorunda buydu zaten. Lady Bug kötü biri değildi, biraz fazla konuştuğu ve her işe karıştığı doğruydu ama herkesin iyiliğini düşündüğü için yapardı bunu. Mari'yi kızdırmadan, sessizce sözcükleri çıkardı ağzından; "Evet, senin özgürlüklerine karışmaya hakkı yok, ama eminim her şeyi senin iyiliğin için yapıyor, tabiki bu; ona, hesap sorma hakkını vermez ama sende biraz bu açıdan bak ve onu bu şekilde kabul et. Ben seni nasıl bu şekilde kabul ediyorsam, sen de başkalarına bu şekilde davran, en azından davranmaya çalış" dedi Cocci.

Mari, Cocci'nin sözlerini önce umursamadı, sonra biraz düşündü, olaylar arasında bağlantı kurmaya çabaladı. Seni böyle kabul ediyorum derken, neden bahsetmişti acaba diye, hemen bir cümleden farklı farklı bir sürü anlam çıkarmaya koyuldu.

Cocci farketmişti durumu. "Yine söylediklerime takıldın, kendi konundan vazgeçip bana takıldın değil mi Mari?"

Mari sert kabuğunun içinde hissettirmeden ağlamaya başlamıştı bile. Konuşmaya başlarsa, hıçkırıklarını durduramayacağından korkarak, sessizliğe boğuldu. Cocci her ne kadar üzülsede böyle anları seviyordu. Ona en rahat davranabildiği anlar, böyle zamanlardı. Yavaşça kanatlarını Mari'nin üzerine sardı. "Ağlama küçük kız, ağlama. Eğer ağlamazsan; annem sana terlik, pabuç alacak" diyerek gülümsetti Mari'yi. "Kim ne derse desin seni her zaman, her halinle seveceğim Mari. Ne kadar kızsamda, ben seni böyle sevdim, hiç değişme, sadece daha az üzül bazı şeylere, rahat davran, özgür olman gerektiğini söylediğin kadar özgür davran. Senden tek istediğim bu. Özgür davranmaktan korkma, özgür davrandığında tepki almaktan ise hiç korkma. Rahat bırak herkesi, varsın seni kötü bilmek isteyenler de kötü bilsin. Herkes "Mari iyi biri" diye, bilmek zorunda değil ya? Şimdi ne yöne uçmak istersin, onu söyle bakalım."

Mari yavaşça kafasını kabuğundan çıkardı. Cocci'ye doğru baktı ve onu ne kadar çok sevdiğini düşündü. Her zaman, her şekilde yanındaydı. Bir an; bir gün hayatına başka birisinin girmesinden ve o kişinin Cocci'yle görüşmesini kısıtlamasından korktu. Özgür olduğunu düşünüyordu ama ya aşık olur da özgür davranamazsam, karar veremezsem diye korkarak sıkıca Cocci'ye sarıldı. Kulağına kanatlarının hışırtısı içinde "bir gün gitçek olursam, gitmeme asla izin verme, olur mu?" diye fısıldadı.

Coccinellidae duyduklarını tam anlayamasada, anladığı kadarıyla; anlamsız gelen bu cümleyi tartarak, yine Mariquita'nın aklı nerelere gitti acaba diye düşünerek, sıkıca sarıldı Mari'ye ve çenesini kabuğuna bastırarak, izin vermeyeceğini onayladı.

Cuma, Mart 16, 2007

ÇıpLaK mı AyAkLaRıM, yüReğiM gibi?


Küçük, saf, mutlu, pembe dünyasında sessizce yaşayan kız çocuğuna özlem duyarken, birde ne göreyim; kocaman bir kadın olmuşum. Sessizce yol almaktayım, zahir ömrümde. Günler, aylar ilerlemekte ve zaman kendini farkettirmeden elimden kayıp gitmekte. Zamana dur diyemeyeceğimi öğrenmem bu yaşıma denk gelse de, en azından artık zamanla yol almam gerektiğini öğrendim. Her yeni gün, yeni bir fırsat sunduğu gibi; yeni bir de kayıp sunmakta. Her tanışılan yeni kişinin hayatımıza yeni bir şey katması, ya da yaşanılan her aşkın kişiyi biraz daha olgunlaştırması gibi.

Bu sene doğumgünümde, dünya kadınlar günüde çok özeldi benim için. İlk defa yeni yaşımda yaşımı söylemeye korktum ve ilk defa kadınlar gününde olgunlaşma yolunda sessizce ilerleyen bir kadın olarak bugünü kutladım.

Küçücükken hayal ederdim hep bu seneleri. 2007-2008 nasıl olacak, nerede, hangi konumda olacağım, acaba birgün bende annemlerle birlikte bugünü kutlayabilecek miyim diye?
Çok fazla merak etmemek gerekiyormuş. Hiçbir şey insan ömründe planlandığı şekilde devam etmiyormuş. Ne kurulan hayaller gerçekleşebiliyor, ne de akıllardan uzak kalan durumlar, uzak kalmaya devam edebiliyor.

Sadece yaşam kalıyor elimizde, yaşanmışlık. Bu yıllara kimlerle geldiğin, kimlerle yoluna devam edebileceğin ve en önemlisi hayatınla ilgili alabileceğin en önemli kararların ne olacağı?

Sokaklarda top koşturan, lastik atlayan, her türlü piçlikten geri kalmayan o yaramaz küçük cadı, sanırım artık hanımlaşmaya, henımefendi olmaya başladı. İçinde çocukluğunu, o çocuksu ruhunu barındırmaya, yazı yazmaya, aşık olmaya devam ederek gitgide duruluyor, büyüyor sanırım.

En inanılmaz kısmı ise; birgün gelecek, torunlarımla birlikte bu yazılarımı okurken, ya bu yazılarımın sonucuna erişip, kitap yazmış olacağım ya da sadece onlara tecrübelerimi anlatıp, yaşamla ilgili büyük laflar etmekten daha fazlasını gerçekleştiremeyeceğim. Ama biliyorum ki; ne olursa olsun elimde sadece yaşadıklarım, yaşamım kalacak.

Bu yüzden o bilgisayarın ekranına dikkatle bakın, kendime aynada baktığımda o ekrandaki kız kadar kendimi yalnız hissetsemde, hiçbir zaman yalnız kalmayacağımı biliyorum. Yalnızların yaşanmış bir yaşamları olmaz, sadece yaşamış olma durumları kalır ellerinde ama benim yazmam için, yaşamımı elimde tutabilmem için; insanlara, arkadaşlara, dostlara ihtiyacım var.

İşte sırf bu yüzden kendi içinde yalnız, kendi dışında kalabalık biri olmaya devam edeceğim.

Nice yıllar yaşayıp, nice olumlu değişikliklerime tanık olabilmek ve her zaman "iyiki doğmuşsun" cümlesini duyabilmek ümidiyle, herkesin kendi yaşamının iplerini kendi ellerinde tutabilmesini dilerim. Umarım kimse için henüz çok geç değildir.

Pazar, Şubat 18, 2007

Cuando naciste tu llorabas y todos alrededor sonreian, vive la vida de modo que cuando mueras tu sonrias y todos alrededor lloren

İlk karşılaştığımız günün sabahında beni her ne kadar deli etsen de, aman aman 10 dakika sonra ben gitmeliyim Seda gelecek desen de, sonrasında bu gitmelerin; hep kalmalara dönüştü ve ben bu kalışlardan çok memnunum.

Büyüme yolunda attığımız her adımımızdan, son 3 senedir hep haberdar olduk. En zor günlerimizde, en eğlenceli anlarımızda hep yanyanaydık. Eski aşkları birlikte kovaladık, yenilerini bulmak için birlikte çaba sarf ettik. Evet ara sıra ters düştük, tartıştık, alışamadık bazı davranışlarımıza ama sonrasında herbirimizi, her huyuyla kabul ettik. Ve ben bu sonuçtan çok memnunum. Birbirimize çok şey öğrettik, çok fazla yol katettik.

Bu özel bir yazı ve burada yayınlanıyor, aslında radikal kararlarım vardı ama senin için bir yazı yazmalıydım.

Herkes bilmeli senin ne kadar saf, dürüst ve duyarlı biri olduğunu; belki de böylelikle yeni kısmetler buluruz senin için.

Evet sayın damat adayları yazımızda anlattığımız kişi; temizdir, düzenlidir, annesinin kızıdır, anasına bakıp, kızını alabilirsiniz, bayılır çamaşır suyu kullanmaya, çok sık boğaz edilmekten hoşlanmaz, elini tutmayın yolda yürürken, çok fazla öpmeyin, hafif ağır olcaksınız, biraz artist olursanız hemen aşık olabilir, aa unutmadan en büyük şartlarımızdan biri, biraz çirkin olmanız gerekiyor, hatta biraz değil, bayağı bir çirkin olursanız gayet uygun..

Şaka bir yana gerçekten iyi bir dostsun. Annemden sonra, benim için dua eden ilk kişisin. Anneannenden sonra, ilk beni düşünerek, benim için dua ettiğin o günü, ağladığın o geceyi ve sabahın yedisine kadar beni "2" diyerek dinlediğin o geceyi asla unutmayacağım. Unutmayacağım birçok anının yanı sıra tabiki. Zor günlerimin dışında, mutlu günlerimde de yanımda olup, benim neşeme neşe katan mimiklerinle, güldürmeye devam ettiğin için de teşekkür ederim.

İyiki doğmuşsun Saf tweety... İyiki annenle baban seni dünyaya getirmiş, iyiki tanışmışız, iyiki bağlarımızı hiç kopartmamak üzere yol almaya devam ediyoruz. Seni çok seviyorum. Her zaman, her anında yanında olacağıma emin olabilirsin.

Umarım yeni yaşın sana; en başta sağlık, huzur, sonrasında yaşam dolu bir aşk ve para getirir. Sonsuz sevgilerimle öpüldün bebek...

Doğduğunda herkes gülüyor; sen ağlıyordun, öyle bir yaşam sür ki öldüğünde; sen gülerken, herkes ağlasın...



Haydi bitirdiysen okumayı; bilgisayarı kapatta, yolumuza devam edelim.

Pazartesi, Şubat 05, 2007

*cHocKwE*























Ne kadar manasız ve anlamsızlar değil mi?

Maskelere şöyle bir baktığınızda ikiside umursamaz, alaycı ve donuk gözüküyorlar. Ardına kabilenin en korkak kişisini koysanız, bunlardan birini taktığında, bütün kabileyi düşmanlara karşı savunabileceğini düşünür.

Bu sefer değişik bir konu. İyi dileklerde bulunduğum yeni yıl yazılarımın ardından beni çok etkileyen bu konuyla başlamak istiyorum yeni yazıma.
Dün izlediğim bir filmde maskelerle ilgili beni çok etkileyen şöyle bir açıklama vardı. "Maske onu taşıyan kişinin kendisinin de inandığı tanrısal bir güç olarak kabul edilir. Hiçbir maskeyi tek başına düşünmek mümkün değildir. Maske ancak taşıyıcısıyla birlikte anlam kazanır. Maskeyi taşıyan kişi, temsil ettiği kutsal güçle özdeşleşir; kendi öz kişiliğinden geçici olarak uzaklaşır ve maske ile simgelediği kutsal gücün kişiliğine bürünür." Dün bütün gün bu cümleleri düşündüm ve dün gece Makina programında da maskelerin Türkiye'deki kullanım şeklini gördükten sonra bu konuyla ilgili biraz araştırma yaptım.


Öncelikle anlamından başlamak istiyorum. Türkçemize maske sözcüğü; Fransızca masque'den geliyormuş, İtalyanca maschera ve Fransızca máscara ile yakın anlamlı olmak üzere, Latincede ise masca (hayalet), Arapça maskharah (yüz ifadesi yapan), Türkçedeki maskara ile eş anlamlıymış.
Türkçe sözlüklerimizde ise anlamı beş şekilde yer almakta;
1 . Boyalı karton, kumaş veya plastikten yapılan ve başkalarınca tanınmamak için yüze geçirilerek kullanılan yapma yüz.
2 . Korunmak için özel olarak yapılıp yüze geçirilen şey: "Gaz maskesi." .
3 . Yüz ve boyun güzelliği için cilde sürülen krem, macun vb. şeyler.
4 . Mecaz; Gerçek duyguları veya bir şeyin gerçek görünüşünü gizleyen aldatıcı görünüş, davranış.
5 . Ruh bilimi; Kişinin oynadığı rol veya hem kendisine hem de çevresine karşı takındığı davranış.
Maske günümüze kadar değişik dönemlerde değişik anlamlar yüklenmiş. İlkel çağlarda maskeler bir öyküyü canlandırmada, anlatılmak isteneni tasvir etmekte kolaylık sağlarken, bazı dinlerde ise maske takanın, maskenin temsil ettiği güce kavuşacağına inanılırmış. Aynı zamanda hastalıkların uzaklaştırılmasında; hastalığın kötü ruhtan kaynaklandığı ve eğer maske takılırsa kötü ruhun kişiyi tanıyamayacağına inanılırmış. Latin Amerika'da ise Hıristiyanlarca düzenlenen dinsel festivallerinin kimilerinde de maske takılmaktaymış. Şamanizmde ise şamanlar öte dünyaya yolculuk yapmak için maske takıyorlarmış.

Türkiyede ise son zamanlarda sıkça gördüğümüz üzere; kadın programlarında; eroin kullanan, tecavüze uğrayan, kocasından dayak yiyen ve benzeri kimliğini saklamak isteyenler tarafından kullanılan maskenin bence kabilelerdeki kullanımı çok daha içerikli ve duygusal.

Her ne kadar bir kabilede yaşamıyor olsam da sanırım, göründüğümden daha güçlü hissedebilmek için bir maskeye ihtiyacım var. Beni tanıyanlar sadece dışarıdan nasıl gözüktüğümü biliyorlar. İç dünyamda ise; neler olduğunu, kendimle, düşüncelerimle nasıl savaş verdiğimi yeterince bilmiyorlar. Belli etmemek açısından şanslı olsamda, son zamanlarda fazlaca iç dünyama girmiş bulunmaktalar. İşte bu yüzden; eskiden göründüğüm gibi görünmeye devam edebilmek ve kendimi daha cesur hissedebilmek için bana cesaret verecek bir maskeye ihtiyacım var. Çünkü şimdiye kadar taktığım maskeye aynada hiç bakmadım, aksimle her yüzleştiğimde çıplaktım ve bu çıplaklığım bana hep zarar verdi. Şimdi aynaya baktığımda duruşu, bakışı, ifadesi sabit, güçlü bir maske görmek istiyorum yüzümde. Şaşırmak için yaşadığım şu günlerde şaşkınlığımı bile belli etmek istemiyorum.

Nasıl bir maske takmak istediğime karar veremedim henüz. İfadesi nasıl olsun ki etrafımdakiler maske taktığımı hem farketmesinler, hem de ifademin sürekli aynı olmasından şikayet etmesinler.
Bu öyle bir maske olmalı ki; kötü ruhlar geldiğinde beni tanıyamadıkları için zarar vermeye devam etmemeliler, dışarıdan gözüktüğüm kadar iç dünyamda da güçlü hissedebilmek için bana anlam vermeli ve bakan insanlar maskemi farketmemeliler.


Beşinci maddeye geri dönerseniz eğer; sanırım psikolojik bozukluklarım var. Yazımı yayınlamadan önce son kez okurken farkettim ki; bu bir hastalıkmış.

Dış dünyaya maskeyle yanıt vermeseniz de olur, yeter ki iç dünyanızda kendinize ait bir maskeniz bulunsun.

Sağlıkla kalın...

Perşembe, Ocak 11, 2007

...HuZuRLa uYuMaK...


Bu sabah çok huzurlu uyandım. Uzun zaman sonra 6 buçukta yatmak yerine, bu saatte kalkmanın tadına vardım. Uyumak ne kadar güzel bir şeymiş. Uyumayı geçtim, huzurla uyumak bambaşkaymış.

Televizyonun karşısında dizi izlerken sızmak, sonrasında annenle babanın seni yatağına taşıması, annenin başucunda nazar duası okuyarak ve öperek seni uyutmaya devam etmesi...
İyiki annemle babam, benim annemle babam...


Gelmeleri, içime huzur doldurdu. Sevmeleri bambaşka, onlar sevince kimsenin sevgisine ihtiyaç duymuyor insan. Tabiki de arkadaşlar, dostlar, anne yarısı, baba yarısı olanlar dışında.
Artık geldikleri için mi huzurlu uyudum, sevilerek uyutulduğum için mi, yoksa annemin duaları mı yardımcı oldu bilemiyorum. Tek bildiğim sabahın köründe gayet dinç, mutlu ve huzurlu uyanmış olmam. Öyle güzel uyumuşum ki, uyandığımda "Hayat buyur gel, hiçbir şey problem değil bu andan sonra" diyebildim, gayet içim rahat olarak.


Özlemişim huzurla uyumayı, ne kötü bir rüya gördüm ne de uyandığımda gördüğüm rüyayı hatırlayabildim. Hava kapkara olmasına rağmen, gün çok güzel geçecekmiş gibi geldi.
Daha başka nasıl anlatabilirim ki duygularımı, iki sabahtır sevilerek uyanıyorum. Dün sabah geldiklerinde ikisiyle beraber uyumaya devam ettim, dün gece yatarken ikisi tarafından uyutuldum.


İyiki benimle beraberler ve aldığım her kararın arkasındalar. Yanlışımı gösterirken bile etkilenmememi sağlamaya çalışıyorlar ve beni korurken, benim sevdiklerimi de en az benim kadar koruyorlar. Arkadaşlarımla en az benim kadar iyi anlaşıyorlar ve eğlenceliler.

Annemle babamı çok seviyorum. Hayat onlara sağlık ve dilediklerini verir umarım. Aşkları hiç bitmemeli ve hiç nazara gelmemeliler.

Şimdi herkes ne olursa olsun gidip; annesiyle babasını bir kez olsun öpsün, uzakta iseler arayıp; sevgisini iletsin. Onlarla yaşanacak anlar sayılı; değerlerini bilmek lazım. Sonuçta arkanızı dönüp gittiğinizde bile, en büyük hatayı yaptığınızda bile; size sırtını dönmeyecek, sizi yürekten, vazgeçmeden sevebilecek, her zaman size bağlı, hayatınızdaki en önemli iki kişi onlar değil mi?


Anneee, babaaa; odanıza girebilir miyim? Sarılmaya geldim, aranızda yatmak istiyorum...

Pazar, Ocak 07, 2007

...ho$GeLdiN...


Niye geldiğini tabiki sorgulamayacağım. Zaten sorgulamaya başlarsak sevgimiz işte o an biter. Ben de sen olmadan yapamadığımı, gücümün tükendiğini anlatıp duruyordum. İyiki geldin. Birbirimize gerçekten ihtiyacımız var. Yeniden doğmalıyız. Bu hayatı hiç yaşamamışız gibi, sil baştan yaşamalıyız.
Hiç ruhsuz beden olur mu?
Olamayacağını bir kere daha anlamış olduk. Birlikte mücadele etmeli ve kendimizi yenileyip, geliştirmeye devam etmeliyiz. Bak yepyeni bir yıl var önümüzde. Yaşayacağımız taptaze duygular, yepyeni başlangıçlar, değişik ortamlar, kalıcı dostluklar için mükemmel bir yıl. Giden herkesi gittiği yerde bırakmalı, gelen herkesi ise belli kriterleri boşvererek iyi insan olmalarıyla yetinerek kabul etmeliyiz.
Kimseyi değiştiremeyiz çünkü, herkesi olduğu gibi kabul etmeliyiz. Çok yakından tanıdığımızı düşündüğümüz biri bile hiç olmadık bir şeyler yapabilirken, hiç tanımadığımız biri yapsın; kime ne?

Birçok yeni kararlar almalıyız, aynı yanılgıları tekrarlamamak üzere. Her şeyi, tüm anıları boşverip, yepyeni anılar katmalıyız hayatımıza. Anlık yaşamalıyız. Biliyorsun bu kararı çok önceden de almıştık ve o zamanda iyi sonuçlar vermişti. Yinelemeliyiz bu tarzımızı. Sevgilerini sunanlara daha fazla değer vermeliyiz. Önemli olan kişilerin önemlerini hissettirmeli, anlamsız kişilere daha fazlasını vermemeliyiz. Üzüleceğimiz olgulardan kaçınmalı, ama bu olguların bizi büyüttüğünü de kabul etmeliyiz. Küçük şeylerden mutlu olmaya devam etmeli, ama daha büyük mutluluklara verdiğimiz tepkiyle eş tepki vermemeliyiz. Hayattan daha fazlasını istemek yerine, daha fazlasını bize vermesini sağlayacak koşulları kendimiz yaratmalıyız.

Bu sene bizim yılımız, sen de geldiğine göre hiçbir sorun kalmadı. Tam zamanında geldin. Yıllardır beklediğimiz fırsat elimizde, yıllardır çektiğimiz acıların, yaşadığımız zorlukların karşılığını alma zamanı. Hem evdeki, hem okuldaki, hem de hayatımızdaki diğer işlerin düzeleceğine inanmalıyız.
Belki de bu yıl kavuşuruz tüm hayallerimize. Sonra daha yeni, daha heyecan verici hayaller ediniriz.

Yaşamımızın feraha çıkacağı yıl; bu yıl olacak ben buna eminim. Her şey bambaşka olacak. Bu yıl bittiğinde beraber oturup değerlendirmesini yapacağız ve istediklerimizden fazlasını elde ettiğimizi anlayacağız.

Ben sadece yeni yıla hoşgeldin demeyi beklerken; senin de çıkıp gelmen çok iyi oldu.

Ve son olarak; hoşgeldin ruhum...

Cuma, Ocak 05, 2007

EğeR bu yıLı hakkıyLa ya$ayacağım diyoRsaNıZ...
















"İnsanın yaşadığı değildir hayat,

aslolan hatırladığı ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır."

Gabriel Garcia Marquez

Neredeyse tam bir sene önce bu sözlerle başlamışım anlatmaya.. Ayın 13'ünde tam bir sene olacak ve yazdıklarımı en baştan okuduğumda farkettim ki bir yıl daha geçmekle kalmamış, ben bir sene daha büyümüşüm, bir sene daha olgunlaşmışım. Yeni tecrübeler edinmişim, yeni şeyler keşfetmişim, yeni adımlar atmışım ve birçok ilki yaşamışım. Anlatım tarzım bile o kadar çok değişmişki. Sandığımız kadar çabuk geçmemiş 2006 anlaşılan.

Alakasız bir şekilde başlayıp, alakasız bir şekilde sonlandırmışım 2006'yı..


2007'ye, yeni yazılarıma, yeni yazı stillerime, yeni duygularıma, yeni bana hoşgeldiniz sevgili okuyucular. Bu yıla başlarken en az 25 yeni karar aldım. Bu demek oluyor ki en az 25 farklı konuda aydınlatacağım sizi. Sizlerde beni.

Küçükken, henüz küçücük bir kızken; birçok hayalim vardı bu yıllarla ilgili. O yaştayken bu yaşımı hesaplamış ve bir sürü hayal kurmuştum. Şimdi bu hayalleri tamamlama ve gerçekleştirme yılım başladı.

Önümüzdeki yeni yıla girdiğimizde daha farklı bir ben olmak için, daha fazla olgunlaşmak, hayatıma dair daha belirleyici bir yol çizmem için bu senem çok önemli.

Sizde yeni kararlar alın, sizde büyütün kendinizi. Daha fazla gezin, öğrenin, kitap okuyun, eğlenin, dost edinin, sevdiklerinizi unutmayın. 2008'e başladığınızda hiçbir şey için geç kalmış olmayın. Hayat zaten öyle bir olgu ki; kaç yaşına gelirseniz gelin zaten geç kalmayacağınız kavramlar önünüze çıkıveriyor. Sadece yaşlanınca yapılamayacak şeyleri bir an önce tamamlamaya bakın.

Hayatın ne getireceğini beklemeyin, siz hayatınıza yeni şeyler getirin. Kurgulamadan yaşayın yinede; kavramlar, duygular üzerine yüklemeyin yaşamı. Kendinizi yıpratmayın, üzülecekseniz de sadece anlık, sevinecekseniz de sadece anlık sevinin. Şaşırmak için yaşayın hayatınızı. Şaşırmak en değişik, en heyecanlı duygudur. Şaşırdığınızda, birileri sizi şaşırttığında kalbiniz pır pır atmaya başlar, an gelir gözleriniz dolar, an gelir kahkahalarla gülersiniz. Şunu bilmelisiniz ki her şey hiç beklemediğiniz anlarda olur. O anları beklemekle harcamayın ömrünüzü, yeni yıllarınızı; sadece yaşamınıza bakın.

Şimdi bunları söylüyorum diye şaşmayın; ya da şaşırın, bunun için yaşayın... Yazdığım yazılar sadece hayal ürünüdür, yaşamımla da kısmen birleştirilmiştir. Bu kadar bunalım, depresyon yazısının ardından böyle hayat dolu, yaşamaya yönelik bir yazı da nereden çıktı demeyin, o yazılar da devam edecektir elbet, yeni kurgularla, yeni şekillendirmelerle üstelik. Ama hayat sadece üzüntülerden ibaret değil, hayatın neşeli yanları, yaşamaya değer tarafları da hala devam etmekte. Böyle düşünüyor olmasaydık, her birimiz çoktan mektuplarımızı tamamlayıp, intihar etmiştik bile.

Her yaptığınız hatadan ders çıkarın, hatalarınızı yinelemeyin, kendinize göre insanlanlarla birlikte olun, kimseye fazladan, gözünüzde büyüterek yeni anlamlar yüklemeyin. Her insan sevilmelidir, herkes sevgiyi hakeder, ama sevmek için sadece kişilerin ellerindekilerine dikkat edin, sevmek için kafanızdaki niteliklerini arttırmayın.

Hayata küsmeyin hiçbir zaman, hayat ummadığınız anlarda karşınıza bir sürü yeni fırsatlarla çıkar. Herkesten farklı olduğunuzu, herkesten önce kendinizin, yaşamınızın daha önemli olduğunu bilin.

Herkese iyi yıllar. Tüm sevdiklerim, tüm okuyucularım, bana değer veren, önemseyen herkes, tanıdıklarım ve tanışacak olduklarım yeni yılınız kutlu olsun...


Şimdi de Rudyard Kipling'ten bir alıntı; seveceğinizi umuyorum, yıllardır başucumdadır bu yazı...

Eğer;
Herkes kendini kaybedip seni suçladığı zaman, sen soğukkanlılığını koruyabilirsen;

Eğer;
Herkesle birlikte olurda, erdemli kalabilirsen ya da krallarla dolaştığın bir durumda, gururlanıp benliğini ve dostlarını unutmazsan;

Eğer;
Ne sevgili dostların, ne de düşmanların seni incitemezse ve kimseyi hem küçümsemez, hem de kimseye bağımlı olmamayı başarabilirsen;

Eğer;
Her günün her saatini her dakikanın her saniyesini iç rahatlığıyla yaşayabilirsen,

Bütün dünya senin olur yavrum ve o zaman artık ADAM olduğunu düşünebilirsin...

Hayatınıza yardımcı olabileceğini umarak; saygılarımla...