Yazmayı seviyorum. Yazılarımla başbaşa kalmayı, hayatımdan bir şeyler katarak hikayeler yaratmayı, bazen çok hayata dönük; eğlenceli olmayı, bazen de tamamen içe kapanık; karamsar olmayı seviyorum.. Buraya yazdığım yazıların çoğu tabiki de her yazarın başına geldiği gibi, bir noktasında hayatımla çakışmakta, ancak çoğunluğu gözlemlere ve yaşanılabilir durumlara pay biçilerek hayal gücümle yazılmakta. Büyük bir aşkı anlatırken; büyük bir aşk yaşayamam, büyük bir yenilgiyi anlatırken de; büyük bir kayıp yaşayamam. Yazılarımla aramdaki bağ, sırlarım ancak birgün iyi bir yazar olursam-idolüm Marquez gibi-hayatım bütün okurlarım tarafından merak edildiği an; otobiyogrofimi yazdığım zaman öğrenilecektir.. Şimdilik bu kadar; yazılarımın keyfini çıkarın, yorumlarınızı yazmaktan kaçınmayın. İyi zaman geçirmenizi, hayatımı paylaşırken keyifli anlar yaşamanızı dilerim..

"editöR Notu"


Pazar, Aralık 24, 2006

baNa "kabuL etTim" dE...


Niye korktun bu kadar çok? Gelen sadece bendim. Sadece bedenimi özledim ve geri dönmek istedim. Ben uzaklardayken yazdığın her satırı; düşündüm, önemsedim ve hazmedip geri döndüm. Ben sana kavuşmak için can atarken sen bir türlü içeriye, ait olduğum bedene ulaşmama izin vermedin. Kendini rahat bıraksaydın, bu kadar zor olmazdı sana kavuşmam.
Nefes alamadın, can çekiştin, boğazlandığını düşünerek, yatağında debelenip durdun.
Halbuki ben sevineceğini, bu dönüşten memnun kalacağını, bana gerçekten ihtiyacın olduğunu düşünüyordum. Yanılmış hissettim kendimi. Verdiğin tepkiler o kadar korkuttu ki; bir an döndüğüme sevinmediğini düşündüm.

Sevgiyi haketmediğini, kötü biri olduğunu, kimsenin hayatında olmaman gerektiğini, herkesi sildiğin için çok yalnız olduğunu sayıklayıp durdun. Sonra başladın hıçkıra hıçkıra ağlamaya. Geldiğime sevinmediğini, gittiğimden beri çok değiştiğimi düşündüğün için beni artık istemediğini, gerçekten kötü olduğunu ya da dönüşümün şokunu atlatamadığını düşünüp durdum. Ardından sakinleştin, derin derin nefes aldın ve sessizce, gözlerinden akan yaşları silerek "hoşgeldin" diyebildin.

Uzaklar, sandığım kadar uzak değilmiş. Her şey burada, bizde gizliymiş. Kanıtlanması gereken birçok olay varmış ve yüzleşilmeliymiş her biriyle. Bu yüzden dün gece uyumana izin vermedim. Sanırım ilk yüzleşmemiz birçok şeyi açıklamamıza sebep oldu.

Sana gelmeden önce, onlara gittim. Geride bıraktıklarımıza... Her birini uyandırdım teker teker...
Bizim kavuşmamızdaki gerçeklik gibi, o an öteki gerçekliklerle de karşılaşmalıydık. Senelerin birikimi vardı üzerimizde. Yıllarca çözemediğimiz, nedenlerini, nasıllarını, niçinlerini sorguladığımız birçok şey vardı.
Tek bildiğim, ikimizde tarihi bir gece yaşadık. Eşsizdi, unutulmazdı. Unutulmayacakta; diğer gecelerimiz, gündüzlerimiz ve yaşadığımız her anımız gibi.
Bir kere daha şaşırdık ve şaşırmak için yaşamaya devam etmeliyiz.
Seni uyandırdım çünkü bulunduğumuz ruh haline, geçicide olsa çözüm sağlayacak bir tesadüf yaşanılacaktı. Bizim uyuyamadığımız saatte, uyuyamayan diğerleri ve konuşulacaklar...
Konuşulanlardan sonra; şöyle bir düşününce hayat ne kadar ilginç değil mi?
Her şeyin bu kadar kolay olabileceğini yıllar önce söyleselerdi bize inanabilir miydik? Yılların duygular üzerinde oynadığı oyunlara inanır mıydık? Sanmıyorum. Söyleselerdi; ya es geçerdik ya da oturur ağlardık "gerçek olursa ne yaparız?" diye.
Bu kadar kolaymış sevgili bedenim. Başarılamayacak hiçbir şey yokmuş. Hala yaşanılacak bir sürü acayip şey bulunmaktaymış bu hayatta.

Bu yüzden gel birleşelim, güçlerimizi toparlayalım. Şu ana yetecek kadar kanıt var elimizde, dün gece yeterince delil toparladık diye düşünüyorum. Eski bir dostu bulduk, belki birini yitirdik. Hala eski fotoğraflarımızda olduğu gibi; gülebiliriz, hayatımızı yaşayabiliriz.

Niye geldiğimi sorgulama, hatalarımı yüzüme vurma, beni olduğum gibi kabul et sadece...

Perşembe, Aralık 21, 2006

...RuHuMa aÇıK daVeT...


bir küçük kız çocuğu
kolları ve bacakları çarmıha gerilmiş
beklerken akbabaları
sıcaktan ölümün içinde erimiş
ölüm kolay kabul edememiş
zor hazmetmiş lokmalarını
insanlara ise kolay gelmiş çiğnemek
ölüm onlar kadar gaddar olamamış
sıra küçük kıza en son gelmeliymiş
yenilmesi gereken diğer etler arasında
sıralama şaşmış olmalı
ya da bu insanlar
ölümün içinde kaybolmak kolay olmalı
zor olan yaşamın içinde yol bulabilmek
haritalar, pusulalar faydasız
yörünge ise çok gereksiz
ölümle yol bulunur belki
yaşamla bulunamadığına göre
sevmemeli
isyan etmemeli
sesini yükseltmemeli
bu düzeni böyle kabul etmemeli
birisi ya ölümün içinden küçük kızı çıkartmalı
ya da
yaşamın içinde kaybolmasını engellemeli
bedenin ruha ihtiyacı var
ruh çoktan kaybolmuş
ruhsuz beden hiçbir şey
yalnızken başa çıkamıyor bu düzenle
ruh geri gelmeli
çekmeli bedeni ölümden
yaşamına yaşam katmalı
doğru yolu göstermeli
yeniden hislendirmeli
yeniden güldürmeli
ruh geri gel
yeniden sevdir beni
sev beni
sevmemi sağla


Sen gittikten sonra her şeyi yoluna sokmaya çabaladım. Her yolu denedim, çoğu şeyi değiştiremedim. Bıraktığın bütün hatıraları topladım, açıkta bıraktığın, bir daha görmek istemediğin, canını sıkan her ne varsa, her birini ambalajlayıp, kolilere kaldırdım. Kolileri bu kez en yükseklere koymak yerine, depoya kaldırdım ki, gözün ilişince, açmak isteme, her şeyi, hiç olmamış sanarak unut diye.
Yine de hazırlıklı ol. Her şeyi ortalıktan kaldırmama rağmen, anılardan uzaklaşamadım. Bunun için şimdilerde sana daha çok ihtiyacım var.
İnsan duygularından kaçamıyormuş. Gelirsen belki, birlikte başa çıkabiliriz hayata karşı. Birlikte mücadele ederiz, yorulursan yine gidersin. Hatta bu sefer bende gelirim seninle, birlikte gideriz, hiç dönmeyiz. Gel yeter ki; hiçbir acıya, sevince pay biçmeyelim, sadece kendi yolumuzu kabul edelim. Kimseyi düşünmeden, kimseden yardım istemeden yaşayalım bu yaşamı.
Sevmek suç değil, sevilmekte, bundan kaçmak anlamsız sadece.
Eğer sevgimi her dile getirdiğimde savaşı karşı taraf kazanmış sayılacaksa, bunun dile getirilmesi bir zafer olarak düşünülecekse; işte elimde beyaz bayrağım, hiç bırakılmamak üzere. Varsın bu savaşı başkaları kazansın, kazandıklarını düşünsünler en azından. Benim tek savaşım kendimle, hayatımla.
İşte hayat sana söylüyorum; bu savaşı kazanamayacaksın. Beyaz bayrağımı bir tek sana karşı kullanmayacağım ve ben bir tek sana karşı direniyorum tüm gücümle.

Pazar, Aralık 17, 2006

...AmeLie ve JaNe KaRde$LeR...

Bir zamanlar
iki küçük kız çocuğu
varmış.
Küçük kızlardan biri;
evinden uzakta, ailesini, yuvasını, şehrini özleyerek yaşarmış.
Adı Amelie imiş.
Diğer küçük kız ise;
ailesiyle birlikte, çocukluğunu, büyüdüğü şehri özleyerek yaşarmış.
Adı Jane imiş.
İkisinin de ortak özelliği;
aynı şehri özlemeleriymiş,
farklı sebeplerdende olsa aynı şehre aşıkmış,
bu iki kız çocuğu.


Bir gece bulundukları şehre çok yağmur yağmış, yağmur şehirden çok onların üzerine yağmış; çünkü her ikiside o gece sabaha kadar uyuyamamışlar ve birbirlerinden habersiz, geceyi sabaha dönüştürmüşler.
Ertesi sabah bulundukları yeri ikiside ellerinden geldiğince çabuk terketmişler, birbirlerinden habersiz, okulun bahçesinde buluşmuşlar. O güne kadar sadece selam verip, yollarına devam eden iki küçük kız; o sabah, erkenden, birbirlerini o bahçede bulmanın şaşkınlığı ve telaşıyla ne varsa içlerinde anlatıvermişler.
Ders başlayana kadar telaşla, sanki bir daha konuşmaya hiç vakitleri olmayacakmış gibi anlatmışlar, ayrı geçirdikleri yıllarda yaşadıklarını, üzüntülerini, mutluluklarını.
Öyle sıkı bağlanmışlar ki birbirlerine kardeş olmaya karar vermişler çok geç olmadan.
Bir süre sonra herkes onları bir arada görmeye o kadar alışmış ki; ayrı oldukları anı sorgulamaya başlamışlar.
Zaman geçtikçe daha çok tanımışlar birbirlerini, daha çok bağlanıp, daha çok sevmişler. Gün gelmiş ayrı düşmüşler tartıştıkları konuda, gün gelmiş destek çıkmışlar başkalarına karşı birbirlerine.
Evlerinde fazlasıyla yatak olmasına rağmen, aynı yatakta uyumayı tercih etmişler. Birinden birisi çok üzüldüğünde; esas üzülmesi gerekenden fazla diğerinin üzüldüğü anlardaki gibi.
Birlikte ağlayıp, birlikte gülmüşler...
Gün gelmiş Jane yalnız kalmak istemiş. Hayattan elini ayağını çekmeyi, bir süre kimseyle konuşmamayı, kendini dinleyebileceği anlar yaratmayı arzulamış.
Amelie ise çok kızmış bu duruma; paylaşılacak ne varsa ortadaymış ona göre, daha önce olduğu gibi. Korkmuş kardeşinin üzülmesinden, yanılmasından, hata yapmasından. Her şeyi onun iyiliği için istemiş.
Jane ise şiddetle karşı çıkmış bu duruma; belki hata yapacağını ama bu hatayı yalnız yapmak istediğini, onu çok sevdiğini, ama geçici bir süre onu maruz görmesini dile getirmiş.
Amelie alışamamış bu duruma ve tüm siperlerini kaldırmış kardeşine. Her anlattığı olaya tepkisiz kalmış, suratına söyleyemediği içinde kalan ne varsa, her bulduğu fırsatta laflarıyla iğnelemiş, farkında olmadan yaralamaya başlamış.
Jane ise bulunduğu durumu atlatmaya çabalarken, bir gece bakmış ki uyuyamamasının sebebi sandığı gibi değil. Çok geçmeden gerçek sebebi farkedivermiş; Amelie'ye duyduğu özlem ve son zamanlarda yaptıkları davranışlar.
Düşünmeye başlamış uzun uzun; anlaşılmayacak ne olduğunu, Amelie'nin aslında onun iyiliğini istediğini ama daha fazla yaraladığını görmediğini. Amelie'ye yeri geldiğinde verecek çok cevabı olduğunu ama onu üzmek istemediğini, aksine eski günlerine dönmek için nasılda uğraştığını görmesi gerektiğini.
Amelie ise affedemiyormuş bir türlü kaçıp gitmesini, hayatını onunla paylaşmamasını. Kızgınlığıyla, her bulduğu an onu daha fazla yaralamak için değilde, hala orada; hayatında bulunduğunu farketsin diye sadece kendini belli etmeye çabaladığı için sert, hızlı oklar fırlatıyormuş.

Her kardeş kavga eder, her dost ise birbirini affeder. Kardeşlerin barışmamak için dayanakları kan bağıdır, nasıl olsa bitecek dargınlığımız diyerek hep daha sonraya atarlar birbirlerini. Dostlar ise daha çabuk barışırlar, kaybetme korkusuyla.
Sanırım bu hikayemizdeki Amelie ve Jane gerçekten kardeşler ve birbirlerini sonraya atıyorlar.

Hikayemizin sonu ne mi oldu?

Bir sabah, birbirlerini buldukları şehirde çok yalnız olduklarını farkederler. Uyuyamadıkları bir gecenin sabahında yine okul bahçesinde bir tek birbirlerini bulurlar ve ne kadar çok özlediklerini, özlendiklerini farkedip; birlikte uyumaya giderler.


Perşembe, Aralık 07, 2006

...$a$ıRMaK iÇiN Ya$aMaK...


Umarım ruhum huzur bulur gittiği yerlerde. Bana gelince; bedenin olarak buralarda seni bekliyor olacağım tüm özlemimle. Unutma ki bizi birbirimizden başka kimse anlayamaz, bir an önce dönmeye bak; ruh bedenden çok fazla ayrı kalamaz. Kalırsa beden yalnızlıktan ölür, hayatla başa çıkamaz. Ruhum kendine iyi bak...

Giderken hiçbir şey bırakmadın geride. Sadece ben kaldım sana dair. Kim bilir nerelerdesin şimdi? Hangi yaban ellerde; hangi teni kokluyorsun? Hangi bedende; aradığın şevkati, sevgiyi, aşkı buldun?

Sen gittiğinden beri yarım kaldım buralarda. Merak etme kimseye yokluğunu hissettirmiyorum, herkes sende bulduklarını hala bende de bulabiliyor. Elimden geldiğince yardımcı olmaya çabalıyorum, ağlayarak geldiklerinde kucağımı açıyorum, gülerek geldiklerinde ise en az onlar kadar mutlu olmaya çabalıyorum. İnsanların yaşamında bu şekilde yer almaktan bıktığın için, döndüğünde bir daha gitmemen için, yeni hayat felsefeleri üzerine yoğunlaştım ve yavaş yavaş uygulamaya bile başladım. Umarım yokluğunda yaşamımıza bir çözüm bulurum ve sen daha çabuk dönebilirsin, döndüğünde de bir daha gitmezsin.
Her zaman seni bıktıran, canını sıkan, yatağına yattığında uykularını kaçıran, içinde kalan ne varsa hepsini yaşıyorum tek tek. Bundan önceki hayatımızda ne varsa hepsini silip atıyorum. Daha fazla mutlu olmayı öğretiyorum kendime. Yıllarca kaçtığımız, yapmak isteyipte yapamadığımız ne varsa hepsini yaşamaya çabalıyorum.
Üzülmemeye çalışıyorum artık, mutlu olmaya çabalamadığım gibi. Ne varsa yaşanılan sorgulamadan kabulleniyorum. En kötü durumlarda bile; üzülmemin çözüm olmadığını anladığım için yıpratmıyorum kendimi. Varsın bu da olsun, bu da yaşanılsın diyorum. En iyi durumlarda ise eskisi gibi hemencecik heveslenmiyorum, sadece o an mutluluğu yaşatıyorum kendime, daha sonradan daha fazla üzülmemek için, kurmuyorum olanları, anlamlar yüklemiyorum kendimce. Sadece şaşırıyorum hayata karşı, şaşkınlığımı gizlemeden. Aaa bu da mı oldu? Olsun, sadece şaşırdım diyorum. Hayat gerçekten umutlarla, süprizlerle, tesadüflerle dolu ve sırf şaşırmanın verdiği haz için yaşamamız lazım.

Dönmeni istemeyeceğim bu sefer senden. Ben bu hayatı rayına oturtana kadar, kal gittiğin yerlerde. Dönüşün öyle sağlam olmalı ki, temelimiz bir daha asla oynamamalı oturttuğumuz yerden.
Sadece bilmeni istedim. Senden izin almalıydım normal şartlarda, "bak hayatımızı değiştiriyorum razı mısın?" diye, ama sen giderken nasıl bana sormadıysan, ben de sana "değişmeli miyiz?" diye sormayacağım.
Hayır, desende değişmeliyiz zaten. Görmüyor musun yaşadıklarımızı? Hiç zevk almamışız hayattan, her şeyi yarım bırakmışız, tamamen bağlanmamışız hiç kimseye, hep altından bir şey çıkacak korkusuyla aldatmışız kendimizi, ya aldanırsak diye. Ne olurdu sanki aldatılsaydık? Gidenlerin daha farklı bir sebebi olurdu ve en azından bu şekilde çıkabilirlerdi hayatımızdan. Şimdiyse hepsi hayatımızda ve bulundukları yerde kalmaya devam edebilmek için çabalamaktalar. Ne yaptın bu kadar diye sormazlar mı? Ne yaptık gerçekten, ne bizi onlara bağlayan, neden silip atamıyorlar ve silmememiz için de emek harcıyorlar? Madem bu kadar seviyorlardı, neden vazgeçtiler daha fazlasından, yaşanılacaklardan?

Sadece sevgililerin değil; arkadaşların, ailen, dostlarında aynı ilgiyi istemeye devam ediyor. Sevgini öyle çok kaşık kaşık dağıtmışsın ki, şimdi herkese hakettiği kadarını verebilmek için çabalıyorum. Bazısına çay kaşığıyla, bazısına yemek kaşığıyla vermeye devam edeceğim dediğimde daha fazla uğraşmak zorunda kalıyorum her biriyle. En doğal hakkımı bile kullanmama izin vermiyorlar. Anlatamıyorum derdimi.
Açık açık söylüyorum yüzlerine karşı, sen bu kadarını yaptın, senden çok yapana ayıp oluyor, daha fazla isteme artık veresiye defteri kapandı, peşinle çalışıyoruz diye bunu bile anlamak istemiyorlar.

Bütün suçu sana atamam tabiki. Beden olarak o kadar çok ihtiyacın vardı ki; sarılmalara, kucaklaşmalara, öpülmelere; sahte de olsa, katlandın çoğuna. Şimdi yalnız kaldığımda sen beni kucaklayamayınca, ruhumu öpen hiç kimse geride kalmayınca, seni daha iyi anlayabiliyorum. Yine de sırf sahte şevkatler uğruna kanmayacağım kimselere. Herkese hakettiği ilgiyi göstereceğim. Bir çay kaşığı sevgi uğruna, kepçem elimde koşturmayacağım kimsenin ardından.
Kim bana bir şeyler yaşatıyorsa onunla olacağım. Yanında olduğum kişiyle yaşadıklarımı sorgulamayacağım bu kez. Ne yaşanılacaksa dibine vuracağım. Sevgi, aşk, kıskançlık, mutluluk, hüzün, arkadaşlık, üzüntü, keder hepsini yaşayacağım, ama gerçekten hayatımda olanlarla. Sorgulamadan, şaşırarak. Seçtiğim kişilerde hayal kırıklığına uğratabilir, bu durumda bile şaşıracağım.


Sana gelince bu yaşamımıza ayak uydurmak için bulunduğun yerlerde çabalarsan, döndüğünde bocalamaktan kurtulmuş olursun. Her şeyden ve herkesten kaçıp, gittiğin için kimseyle ilgili bir haber vermeyeceğim sana, sen açık açık merak ettiğin kişileri sorana dek. O yüreği hala gittiğin yerlere götürüyor musun, yoksa en yakın çöp kutusuna atıp, yeni bir hayata başladın mı çok merak ediyorum. Umarım benim aldığım kararlar gibi, daha yapıcı kararlarla en kısa sürede; bana dönersin. Dönüşündeki tek amaç ben olayım, kimse için dönmeye kalkışma, sen dönene kadar belkide o kişileri çoktan hayatımızdan çıkarmış olabilirim. Bunu bilerek gel.

Bu yüzden; seni, hayal kırıklığına uğratmak istemem. Bunu ruhundan başka kim yapabilir ki zaten?
Sevgilerimle...

Çarşamba, Aralık 06, 2006

...GüLeN aDaM...


Bundan sonra yazı yazacağım zaman kimseye hangi konuda olduğunu söylemeyeceğim.Hiçbir yazımda bu kadar zorlandığımı, daha fazla sorumluluk yüklendiğimi ve kasıldığımı hissetmemiştim. Hissettiğim gün yazmalıydım, yazdıktan sonra da hiç düşünmeden yayınlamalıydım. Yazıyı ne hakkında yazacağımı duyan herkes bir an önce yazmamı, onları güldürmemi söyleyerek, ne zaman yazacağımı sorup durduralar. Tabi durum böyle olunca, sadece kendim için değil herkes için yazıyor olmanın yaşattığı gerginlikle, eksik hiçbir şey kalmasın diye çabaladım durdum.

Çocukluğumdan bu yana her olaya bakış açısıyla, rahatlığıyla, mangal yürekliliğiyle bir tek babamı tanıdım. Babam ki; dünya yansa umrunda olmaz, sağlık olsun der bir köşeye çekilir ve başlar gazetesini okumaya.

Ve en son onu tanıdım ben bu kadar rahat olan. Yeri geldiğinde sinirlendiği de oluyor her insan gibi ama, bu huyunu ancak onunla yaşayınca görebilirsiniz. Ona dışarıdan baktığınızda ne ağlarken, ne öfkelenirken, ne de üzülürken göremezsiniz. Her an mutludur, her an neşe doludur. (Yorgun ve erken saatte uyandığı sabahlar dışında) Sürekli espriler yapar. Zekasını en çok bu yönüyle konuşturur, söylediği hiçbir söz yersiz değildir.

Yaklaşık üç senedir kendisini tanımaktayım, zaten sohbetlerimizde, beraber geçirdiğimiz zamanlarda ne kadar kaliteli, içten, sevimli ve dürüst biri olduğunu hissetmiştim. Ancak son üç haftamı kendisiyle birlikte geçirdiğim için hakkında anlatabileceğim o kadar çok şey birikti ki, nereden başlasam karar veremiyorum.

Hayatımızda atlatılması zor birçok evre geçiririz. Öyle zamanlarda birileri gelsin, bulunduğumuz kuyuya bir ip atsın, bizi yukarıya çeksin diye kimsenin duyamayacağı sesimizle, kuyunun dibinden ekolar oluşturarak çığlıklar atarız. Ne kendi sesimiz, ne de oluşan ekolar duyuramaz içimizdeki çığlığı... Ve öyle bir anımda o yanımdaydı. Teşekkürümü sona mı saklasam, şimdi mi yazsam karar veremiyorum.

Böyle bir döneminizi atlatmak, hayatınızdaki herkesi rahatlığınızla şaşırtmak için tüm operatörlerden NURİ yazıp, 3434'e yollayabilirsiniz. Servis ücreti bir paket Winston soft olup, KDV dahildir.
Öyle anlar yaşatır ki size, ne yaşadığınız koşul kalır aklınızda, ne de ertesi güne kadar çalışıp girmeniz gereken sınavınız. Ya sizinle dalga geçer; hayal aleminizden, yaşadığınız dünyaya döndürür, ya da öyle alakasız bir anda öyle sert bir laf eder ki; konumuz bu değildi ama sağolsun, uyandım dersiniz. Tabi arada sorduğu zor sorularla sizi ağlatabilir, ardından da ağlattığı için üzülürken, dalgasını geçerek sizi güldürebilir.
Eğer aynı evdeyseniz; Nuri'den önce uyanmanızı tavsiye ederim. Ola ki uyuyakaldınız; bir bardak suyla veya konuşan, gülen, zıppırı oyuncak bir bebekle uyandırılmaya hazır olun. Siz uyanmadan asla yanınızdan ayrılmaz.
"Nuri, biraz daha uyumak istiyorum yaa."
"Kalk, çay demledim." (veya nescafeni hazırladım)
"İyi o zaman, kahvaltıyı da hazırla, öyle uyandır beni."
"Yok, onu birlikte hazırlayacağız."
"Nuri kalkmasam."
"Kalk yoksa su geliyor."
"Nuri hastayım bak su dökme sakın."
"O zaman bebek geliyor."
"Kalktım Nuri."
İnsan eve gelen misafirini hiç bu şekilde uyandırır mı? Nuriyse uyandırır, ama sonra çok güzel yumurta yapar, gönlünüzü almış olur.

Şimdi aramızda herkes tuvalet kullanmayı biliyordur diye ümit ediyorum. Mesela sifonun yapısına göre basacak mısınız, yoksa çekecek misiniz anlıyorsunuzdur. Eğer ikisi arasındaki ayrımı bilmiyorsanız bize gelmeyin, yok ben illa geleceğim diyorsanız, gelmeden önce tuvaletimiz konusunda Nuri'den bilgi alın. Engin tecrübeleriyle bu konuda sizi aydınlatacaktır.
Bir insan haftanın üç günü aynı eve gelip, sürekli tuvaleti bozar mı?
a) bozar.
b) sifon bozuktur zaten.
c) Nuri ise bozar.
d) Sevdican ise tamir eder.
e) 3.günde öğrenir.

Adam sürekli "ben bir çövdireyim de geleyim." diyor, her seferinde arkasından sifon bozuluyor. İlk gün bizim sifona alışamadı herhalde biraz sert davranıyor, o da hemen bozuluveriyor diye kendimi avuttum.
İkinci gün suçu bizim sifonda buldum ve galiba bozuldu diyerek anneme, yaptırmayı teklif ettim.
Üçüncü gün tüm gerçekler su yüzüne çıktı. Bence son gün yapıyı keşfetmesi için, durup düşünmesini sağlayan Yasin oldu. Düşündü yani kendince; Yasinde giriyor bu tuvalete ama peşinden benim gibi Sevdi'yi çağırmıyor, demek ki o girince bozulmuyor, bütün tuhaflık bende diye.
Sen git sifonun basılacak düğmesini her seferinde çek, peşinden basma tuşunun altındaki sopayıda çek, ee sopa elinde kalıyor, tüm kapağı söküyor, yeniden basmayı deniyor ve en sonunda pes edip beni çağırıyor. Sonra ben tamir ediyorum, sonra aynı durum Nuri tuvalete gittikçe tazeleniyor.
En son gün demiş ki kendi kendine yok, herhalde bu basılsın diye, bir deneyeyim nasılsa her şekilde bozuyorum, olmadı bir de bu şekilde bozarım. Ve basıyor... İşte sonuç; sifonumuz sağlam, sadece basılınca çalışıyor, her normal sifon gibi. Sonra gelmiş bunu bir de saf saf anlatıyor, böyleymişte ben böyle sanmışım diye.

Nuri içerikli pakedin özelliklerine girince işin içinden çıkamazsınız. Çok yönlü, çok avantajlı; kendi deyimiyle "toptancısıyım, buyrun yardımcı olayım efendim." Bir gün mutlaka köşeyi dönecek, o zekaya sahip ama, kazandığı paraları arkadaşlarına harcayarak tüketeceği kesin.

Uyumlu biridir. Birlikte yemek yemediğiniz sürece yemez. Nuri pasta ye; sende yersen yerim. Nuri kahve iç; sende içersen içerim. Nuri yat; sende yatarsan yatarım.
Bir gece gerçekten çok uykum geldi, öyle ki gözlerimden uyku akıyor.
"Nuri uyuyalım mı?"
"Sınav ne olacak?"
"Sabah erken kalkar bakarız." Bu arada saat gece 1'dir.
"Tamam."
Yatmaya gitmeden önce, elimi yüzümü yıkadım haliyle uykum açıldı; yine de gittim, yattım. Yatakta döndüm, durdum. Baktım bu böyle olmayacak gideyim bari bir horultusunu dinleyeyim, horlamıyorsa daha dalmamıştır diye düşünerek odamın kapısını (bahsi geçen oda Nuri'nin, ama ben varken benim:) açtım. Yavaşça salona doğru yürüdüm, baktım bir ses gelmiyor; kapıyı açmaya karar verdim. Kapıyı açmamla, doğrulması bir oldu. Işığı açtığımda ise mahsun mahsun bana bakıyordu.
"Ne oldu, uyuyamadın değil mi? Ben böyle olacağını biliyordum" diyerek homurdanmalar ("allahım, günahım neydi?","sen bu kuluna akıl ver" vb), ama kalbimi kırmadan.
"Evet, uykum kaçtı, senin de uykun yoksa ders çalışalım mı?"
"Çalışalım hadi başımın belası." Bu sırada dalga geçerek, sakince toparlanır.
"Allel genler nedir?"
"Nuri çok acıktım, yemek yiyelim mi? Herhalde o yüzden uyuyamadım."
"Sen yersen, bende yerim ama bak uykumuz gelecek sonra."
Mutfağa gidilir, makarna yapılır ve tepsilere konulup, televizyonun başına geçilir, saat gece 2 suları.
"Nuri daha getireyim mi, yer misin?"
"Sen yersen, yerim."
"Nuri çok gelir yiyemem."
"O zaman bende yemem."
"Nuri tamam kalk, koy bende yiyeceğim."
Sonra mutfağa gitti, tabakları doldurup; bir elinde benim tabağım, bir elinde kendi tabağı, salona geldi.
"Tuz ister misin?"
Düşündüm bir an, tuzsuz yiyemem, ama yormayayım şimdi geri mutfağa kadar derken, Nuri davrandı ve "al, getirdim." diyerek pijamasının cebine elini soktu ve tuzluğu çıkarıp bana uzattı.
O anı yaşamadan, anlayamazsınız. Sadece Nuri'nin mimiklerini gözlerinizin önüne getirin. O kadar doğal bir şey yapmış gibi bakıyor ki bunu size yazıyla anlatamam.
Gerekçesini söylüyorum, tabağı koltuğunun altına koyamazmış, mutfakta bir kaç kez denemiş tuzlukta durmayıp, düşüyormuş, o da ne yapsın, cebine koymuş. Allahtan evde kot pantalon giymiyor, nasıl çıkartacağını bir düşünsenize. Yemeğimizi yedik, sonuç; bu sefer Nuri uykum geldi dedi ve uyumaya karar verdik.

Adamın hayalleri bile komik. En büyük hayali zengin olmak; bunu Nuri'yi tanıyanlar zaten biliyor. "Bu işi yaparım, ama sana 5o YTL'ye olur, olmadı 10'a bölerim 70 YTL'ye anlaşırız."
Gelelim diğerine; geçen gün kahvaltımızı yaparken türk filmi izliyorduk bende o sırada öğrendim. Orhan Gencebay'ın kızkardeşi öldürülmüştür, öldüren adamın ablası da Müjde Ar. Kızkardeşinin öcünü almak için ablasını kendisine aşık edecektir vs. Kahvaltı sırasında niye bunu izliyorsunuz diye sormayın, akıllı insanlar değiliz. Orhan Gencebay zengin olur, bir köşk alır, odasının bir duvarında da bir perde asılıdır, perdenin arkasında da kardeşinin öldüğü andaki fotoğrafı. İlerleyen sahnelerde bunu göstererek öcünü alcaktır vs. Ama bizim burada durmamız gerekiyor. Çünkü Nuri zengin olunca kendi fotoğrafını böyle bir perdenin arkasına koyup, açıp açıp bakacakmış. Ben Avrupa Yakası'nda ki Burhan'ın kapı girişinde bulunan halı portreden yaptıralım dedim ama o böyle biraz gizemli bir şeyler istiyor diye çok üstelemedim. Sizce gerçekten normal mi? Yoksa her insanın böyle hayalleri olur da ben mi bilmiyorum? Üzüm üzüme baka baka kararır mı? Ve benim de sonum böyle olabilir mi acaba?
Zaten yanında dura dura o kadar rahat biri olmaya başladım ki yemek yediğim tabağı, gezindiğim yerleri, yattığım yeri bir görseniz; bir adam bir kızı bu kadar değiştirebilir mi diye tez hazırlarsınız.
Hem duygusallığımı, hem titizliğimi, hem de herkesi kafama takma huyumu onun yanındayken unutuveriyorum. Yokluğunda ise etkisi geçene kadar belli bir süre bu durumum devam ediyor. Tam etkisi geçeceği sırada, tekrar gidiyorum onun yanına ve etkisini devam ettiriyorum. Tabi o bu durumdan ne kadar memnun bilemiyorum. Kendisine sormayın, vereceği cevaptan korkuyorum çünkü. Ya bıktım derse, bu kız da baydı beni, bir süre görmek istemiyorum derse. Ben ne yaparım sonra? Yok canım, demez herhalde; hem ben onun manevi ablası olacağım bundan sonra hep, o benden kolay kolay vazgeçemez ki!? Hep toyboxlar alacağım, içinden sihirli oyuncak çıksında, mutlu olsun diye ümit edeceğim. Yoksa beğenmiyor ve oyuncağa zarar veriyor. Sihirlere o kadar düşkün ki anlatamam. Özellikle iskambil kağıtlarıyla yapılan her numarayı öğrenme çabasında. Bir gece iki akıllı, sabaha kadar sayısal değerleri hesaplayarak yeni numaralar bulmaya çalıştık ve sonunda beynimizin durmasına sebep olduk. Bir de bu numaraları eve her gelene denerken ki heyecanını görseniz, inanamazsınız. Sen bıkarsın, o bıkmaz.
"Bak şimdi, bir kağıt seç, bana söyleme, ben onu bulacağım. Bu değil, bu da değil, bu da değil, bu."
"Hayır Nuri, az önce bu değil diyerek bıraktığındı."
"Ama bak 10 kağıttan 4'e indirdim, bu da başarı. Bir daha deniyoruz şimdi."
Ve bulana kadar, bu fasıl böyle devam etmekte, en sonunda kurtulmak istiyorsanız; evet, buldun diyerek kaçmaya bakın.

Gerçekten komik biridir. Her yaşanılanı anlatmaya kalkışsam bu blog yetmez zaten. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamazsınız. Ders çalışmaya oturmuşsunuzdur, bir bakarsınız poker oynuyorsunuz, bir bakarsınız size batak öğretiyor. Hem de teorik değil, bildiğiniz pratik, 2 kişiyle nasıl 4 kişilik oyunun uygulamasını yapıyorsunuz diye sorarsanız; oyunu 4 kişilik dağıtıyor, herkesin önündeki kağıtları bir güzel dizip, gerçek oyuncular varmış gibi yere koyuyor. Sonra kimin ne atabileceğini, ne olursa, nasıl davranılacağını sırasıyla öğretiyor. Pokeri de o öğretti zaten, ama yendim; hatta ben telefonda konuşurken 4 tane ası kucağına saklamış ben döper diye açınca full as diye açtı, sonrasında da dürüstlüğünden yaptığını anlattı. Baktı pokerde tüm sigaralarını kaybediyor, aynı gün beni yenmek için yepyeni bir oyun bile öğretti.Şimdi adını bile hatırlamıyorum, böyle hızlı oynanan, eşek gibi, saçma bir oyun ve öğrettiği anda da yenince vazgeçip, benimle ortak solitaire açmaya başladı.
Bizim aramızda yenilmeleri meşhurdur zaten. Aşkta kazanıyor mu derseniz, hayır derim ama hayata karşı kazandığını düşünüyorum.
Bir gün üç kişi 51 oynamaya karar verdik, tek bir sorunumuz var destemizde joker yok. Barış hemen bir çözüm getirdi, 2'lerin bir değeri yok nasılsa, onları çıkaralım 2 tanesi kalsın, onlarda joker olsun. Hep birlikte olur dedik, hatta ben biraz algılayamadım, Nuri anlattı, derken ilk oyun başladı. Herkesin eli kötü ve oyun bitmek bilmiyor, son tura yaklaştık Nuri 2'li attı, "off yeter" diyerek üstelik ve Barış o kağıdı alıp, açtı, oyunu bitirdi. Bende kızdım, "kendin açamıyorsunda niye ona açtırıyorsun, bana karşı muhalefet misiniz?" diye. 2.oyun başladı, Barış bitti, Nuri'nin elde 2 tane 2'li var ve bitmiyor. Tek sorunumuzu destede jokerin olmayışı diye düşünürken, bir de baktık ki daha büyük bir sorunumuz varmış. Nuri 2'nin joker olduğunu anlamamış. Gerekçesini hemen açıklıyorum; Amasya'daki kahvede böyle oynanmıyormuş, kafası karışmış. Ee Nuri en başta sen açıkladın bana, kendin nasıl anlamadın diye sorarsanız, her yörede farklı oynanıyor, Nuri ne yapsın?
Daha birçok hikayemiz var; blöf, satranç, tavla oynarken yaşanılanlar gibi. Ama hepsini burada anlatamayacağım.
Bir daha benden komik yazı istemeyin. Olmuyor, başaramıyorum, bence her yazının içinde biraz hüzün olmalı, biraz benden olmalı. Nuri'nin yazısında hep gülmeliydik, niye bunları da yazdın dememeniz için çok fazla duygusallaştırmıyorum yaşanılanları. Sadece bilmenizi istiyorum bu yazının devamı da olacak, o zaman sizi güldürmemi beklemeyin. Nuri'yle ilgili yazılacak diğer şeyleri görmeyi, bu sefer ben sizden bekliyorum. Yazının devamını sizler getirmiş olursunuz. Biraz da ben gülerim...

Dip Not: Nuri'ye yaşattığı güzel anlar için teşekkür etmeyi tabiki de unutmadım, ama bu yazımda değil, sıradakini bekleyin. Yorumlarınızı yazarken isminizi yazmayı unutmayın. Sevgilerle, bol gülümsemelerle, hoşçakalın...


Çarşamba, Kasım 29, 2006

...SeN üZüLmE...

Bu yazı "ruh bedenden ayrılınca" yazısına yazdığı yorumdan dolayı; saygıdeğer anneme ithaftıR...

ANNEM
Hani eski zaman masalları anlatır
Hüznümü huzura dolarsın
Kaşım gözümden çok içim bir parçan
Annem sen benim yanıma kalansın
Hani bir biblon vardı kırdığım
Üstüne ne kırgınlıklar yaşadın
Ama bil ki ben de parçalandım
Annem ben senin yanına kalanım
Annem annem
Sen üzülme
Sözlerin hep yüreğimde
Uzayan sohbet gecelerinde
Rolleri unutup dost oluruz
Bizi bağlayan bu kan değil yalnız
Annem biz birbirimize kalanız
Ben kararlı uçarken yolumda
Sen çatık kaşların altından
Katıksız sevgiyle bakarsın
Annem sen benim yanıma kalansın
Annem annem
Gel üzülme
Ben hala senin
Dizlerinde...
Gülümsemenin beni ne kadar güzelleştirdiğini görmeye devam edeceksin annem. Yeri geldiğinde ağlamanın ne kadar çirkinleştirdiğini görebileceğin gibi. Hayat her zaman gülmeme, gülmemize izin verse sıkıcı olurdu zaten. O zaman ne ben yazı yazabilirdim, ne de sen hiç yeteneğim yok demene rağmen böyle güzel dile getirebilirdin duygularını. Üzüntüler daha da yararlı oluyor ilişkimiz için, o zaman daha da çok bağlanıyor insan anasına. Hem onu üzmek istemezken, hem de bir tek anasının göğsünde bulabiliyor aradığı huzuru. Bir tek anasının dizinde ağlayabiliyor.

Ne günler yaşadık ve nicesi de bizi beklemekte anacığım. Her zaman destek olduk birbirimize; yol ayrımlarımıza, fikir çatışmalarımıza rağmen saygımızı yitirmemeyi bildik. Ne yaşarsak yaşayalım, sevgisinden bu kadar emin olabileceğimiz kaç kişi var ki hayatlarımızda. Arkanı döndüğünde, sırtından bıçaklanmayacağına emin olduğun; hatta o bıçak eğer eninde sonunda saplanacaksa bir yerlere, kendine saplayacağını ama karşısındakine kıyamayacağını bildiğimiz.

Devrim uğruna yol aldık hep bu hayatta. Ne kazandık demiyorum, ne kazanacağımız da ortada. Sadece dürüstlüğümüzle yaşadık.

Devrim uğruna ömrünüzü tükettiniz ve bizleri de öyle yetiştirdiniz ve ben sadece bunu miras olarak alıyorum sizden. Ne ev, ne araba, ne de yakut bir broş istemiyorum. Sizin çocuğunuz olmanın gururuyla, düşmanınızın bile dürüstlüğünüzden bahsettiği bu değerleri istiyorum.

Karnında ilk tekmelerimi attığım günlerde, gizli dosyaları benimle taşıyordun, devrim uğruna ve şimdi bende devrim uğruna yaşıyorum, yaşanılacak ne varsa.

Bu ülkeyi, dünyayı değiştiremeyeceğimizi biliyorum. Bunu, sizlerin yıllardır verdiği çaba karşısında, ellerinizin boş kalmasıyla görebiliyorum. Yinede sizin öğrettiğiniz ümitlerle yaşıyorum ve böyle yaşamaya da devam edeceğim.

Belki birgün devrim olur, aşkla, sevgiyle... Herkes eşit haklara sahip olarak yaşar hayatını. Doğdukları koşulların eşitliğinin verdiği huzurla, belki daha rahat yaşayabilirler yeni nesiller hayatlarını.

Dünyaya çocuk getirmek en büyük arzumdu bunu hepiniz biliyorsunuz, her koşulda getirebilirdim bebeğimi dünyamıza. Sizin yaşama göğüs gerdiğiniz gibi bende aynı çabayı gösterip, bizim gibi çocuklar yetiştirmek isterdim. Ama şimdi sadece yeğenlerim var, umarım hayat her zaman onların yanında olmama izin verir ve onları kendi çocuğum gibi, yetiştirilmelerinde ablama destek çıkabilirim. En azından o size bu duyguyu hissettirdi diye içim rahat anneciğim. Belki; "anne olunca beni anlarsın" dediğin hissi hiç anlayamayacağım, ama inan, her ne kadar anlamaz gözüksemde, her dediğin benim için çok önemli, ben de senin kadar farkındayım.

Bu yüzden için rahat olsun, bana güvendiğini, bu yüzden işini kolaylaştırdığımı biliyorum. Her ne kadar söylesemde, rahat olamayacağını da biliyorum. Dediğin gibi duvara tosladım, ama hangimiz toslamıyoruz ki, daha kaç kere toslayacağım kim bilir?

Senden tek istediğim hiçbir zaman yılma annem. Her zaman göğsüne yatır beni, dizlerinde ağlamama izin ver. İzin ver ki bende risk almaktan kaçmayayım hayata karşı.

Her an yan yana olmaya devam edemeyebiliriz, özellikle son yıllarımızı yaşadığımızın bilincindeyim. Daha nice ayrılıklar bizi bekliyor. Sen hep destek çıkmaya devam et bana, hep hissettir bunu, hissettir ki; kilometrelerce uzağında olsam bile, dualarının benimle olduğunu bilerek, kendimi güvende hissedeyim.

Ve bir gün gelecek senin çok küçük yaşta yalnız kaldığın gibi bende yalnız kalacağım. Bunu bana daha geç yaşatman için lütfen her şeye üzme kendini güzel annem, hiçbir anne üzülmesin zaten. Sen üzüldükçe ömrümüzden, yaşanılacaklarımızdan çalıyorsun. Hayatımın ne kadar çok evresinde yanımda olursan, hayatım o kadar kolay olur.

Her şey için teşekkür ederim. Seni her zaman seveceğimi, benim için çok önemli olduğunu bilmeni istiyorum.
Seni Seviyorum ANNeM...

Cumartesi, Kasım 18, 2006

Ruh BedeNdeN AyRıLıNcA...


Beni buralarda bırakıp, gitmeyi nasıl göze aldın? Sensizken nasıl başa çıkacağım hayatla? Hadi anladım herkesi bırakıp, gidebiliyorsun da bana nasıl kıydın?
Sen yokken boşlukta olacağım hep. İfadem kararsız, davranışlarım yersiz gelecek herkese. Duygulanamayacağım, gülemeyeceğim, aşık olamayacağım, her geçen gün daha fazla tükeneceğim. Ağlamam bile anlamsız gelecek...

Belki birgün buraları özlerim; herkesi, her yeri ve o zaman dönebilirim...diyerek gitmek bu kadar kolay olamaz. Herkesi unuttun varsayalım, herkesten vazgeçebildin; benden vazgeçip, gitmek bu kadar kolay olmamalı. Herkesten çok beni özlemelisin. Kimse için dönmesen de benim için dönmelisin, en yakın zamanda.
Gitmene izin vermek istemiyorum. "Son bir sigara içelim, öyle git gideceksen... Ne olur yavaş iç, dönmeyeceksen" diye bir şarkı var ya hani, onu mırıldanıyorum içimden.
Sen ise karşıma geçmiş, o kadar vaktinin kalmadığını, bir an önce gitmek, buralardan kurtulmak istediğini söylüyorsun.
O yürekle gittiğin sürece, hiçbir şeyden kurtulamayacağını bilmen gerekiyor. Ancak kendi yüreğini burada bırakırsan kurtulabilirsin. Ama o yüreği bana bırakma, sen olmadan ne yapacağımı bilemem, daha çok dağılırım buralarda. Üstüne geldiğimin farkındayım, vazgeçirmek için çabalıyorum. Bu sefer gerçekten çaba sarfediyorum senin için, gitmemen için. Hatırlatıyorum sana tüm yaşanılanları, geçmişi, olabilecekleri, hayalleri... Ne olur ağlama, sil gözyaşını. Ağlaman çok dokunuyor; içimi delip, geçiyor. En çok senin ağlaman üzüyor beni. Kimseye tevazu göstermesemde, konu sen olunca dağlanıyorum.
Eğer gerçekten daha iyi olacağını düşünüyorsan git, yeter ki sen ağlama, ben her şeyin üstesinden gelmeye bakacağım, buralarda sen yokken.
Hiçbir şey tesadüf değildir demek istiyorum ama hayat gerçekten tesadüflerden ibaret. Bak ne çalıyor radyoda;

Hasret oldu ayrılık oldu,
Hüzünlere bölündü saatler, Gördüm akan iki damla yaş, Ayrılıkla sevgiyle beraber, Bir şarkı bir şiir gibi, Yaşadım canım acıları, Senden bana hatıra şimdi, Sakladığım sevgili kederler, Bir sır gibi saklarım seni, Bir yemin bir gizli düş gibi, Ben bu yükü taşırım sen git, Acılanmam, Sen ağlama dayanamam, Ağlama gözbebeğim sana kıyamam,
Al yüreğim senin olsun

Yüreğin bende kalırsa yaşayamam...


Şu an ne kadar anlamlı ikimiz için değil mi? Her anımız böyle geçti zaten, her dakikamız anlamlarla yüklüydü. Bundan sonra da öyle olacak; ne kadar ayrı olsakta, ayrı kalsakta, her anımızın anlamı sürmeye devam edecek. O gün gelene kadar bir sır gibi saklayacağım seni. Yaşadıklarımızı, anılarımızı, kimsenin bilmediği sırlarımızı...
O gün gelecek; bak göreceksin. O gün geldiğinde biz, birbirimize kavuştuğumuzda; her şey sonlanacak, yeni bir sayfa açılacak bu ömrümüze ve bir daha ayrılmamayı dileyeceğiz, son nefesimizi vereceğimiz güne kadar. Birlikte ömrümüzün sonuna kadar paylaşacağız yaşamımızı.
Bu sefer gidişine, benden kaçmana söz söyleyemeyeceğim daha fazla. Sadece o günü bekleyeceğim, bir daha kopartmaya çalışırsan beni kendinden, son hakkını çoktan kullandığını anımsatacağım sana.
Yanlış duymadın bu son hakkın, son hakkımız... Bir daha gitmek, ayrılmak gibi bir şansın yok; birbirimize döneceğimiz günü öyle iyi seç ki, bir daha gidişin, böyle bir karara varışın olmasın.

Şimdi bana son kez gülümse... Son bir fotoğrafımızı çekelim. Yenileneceğimiz güne kadar hatıra olarak kalsın bende. Sana da bir kopyasını vermek isterdim ama yanına başka özel eşya almak istemiyorsun. En değerli hazinen olan beni hiç aklından geçirmeden, o yüreği almayı tercih ediyorsun.


Bakalım o yürek yeterli gelecek mi sana, yanında ben olmadan.
Hadi gülümse; giderken gözün arkada kalmasın; bedenin olarak sahip olacağım kendime, dostluklarına, yaşamına...
Ruh bedenden ayrılmaz derlerdi, inanırdım saf gibi. Bunu sen başardın, ruhumu benden ayırdın.
Umarım ruhum huzur bulur gittiği yerlerde.
Bana gelince; bedenin olarak buralarda seni bekliyor olacağım tüm özlemimle. Unutma ki bizi birbirimizden başka kimse anlayamaz, bir an önce dönmeye bak; ruh bedenden çok fazla ayrı kalamaz. Kalırsa beden yalnızlıktan ölür, hayatla başa çıkamaz.
Ruhum kendine iyi bak...

Salı, Kasım 14, 2006

KeLimeLeR geRçeğiN BeceRiksiZ aVcıLaRı...



Olmadı, gidemedim. Şimdi yeniden deniyorum gitmeyi. Lütfen açın kapıları. Yağlanmadığı için vidaları sıkışmış, özen gösterilmediği için yıpratılmış bu kapıların arkasında daha fazla tutamazsınız. En azından ben yeniden dönmeyi isteyene kadar.
Bu sefer gerçekten gidiyorum. Ne ardımdan gelen sesleri duymaya niyetim var, ne de eşyalarımı toplamaya. Şöyle bir dinlemeye kalkıştığımda ise; duyabileceğim, gitmeme engel olabilecek sesler de yok üstelik. Ne hatıralarımı toplamaya gücüm var, ne de onları kolilemeye. Defterlerimin kilitleri bile açık duruyor, kilitleri yerine takmaya halim kalmamış.
Bu sefer kendime özen göstermeye kalkışmadım. Ne en güzel giysilerimi giydim, ne de özenerek makyajımı yaptım. Daha önce gitmeye kalkıştığımda hayattan hala ümitlerim vardı. Ufak bir ihtimal olsa da seni bulmaktı, aklımdan geçen. İlk karşılaşmamızda, hiç unutulmayacak o an da güzel olmalıydım. Bu sefer hiçbir ümidim yok, çünkü aradığım birisi yok. O kişi son gidişimde karşıma çıktı ve beni döndürdü yolumdan. Yeni birisini hayatıma sokmaya, yeniden birisini tanımaya, yeniden aşık olup, aşk için ağlamaya niyetim yok.
Aşk için ağlamak bile türlü türlüymüş. O yanındaykende, gittiğinde de aynı duyguları hissedebiliyormuşsun. Ben aşk için ağlamayı tek türlü sanıyordum, yaşadıklarımı yaşamadan önce. Sanıyordum ki o, aradığın kişiyi bulursun ve kaybedecekmiş korkusuyla oturup, birbirinizden güç bulmaya çabalayarak, yaşanılan aşka ağlarsın. Halbuki öyle değilmiş.. Bulduğumu da geride bırakıp, gidiyorum sadece...


O gün takılıp düşmeseydim, ayaklarım kurnazca oynamasaydı benimle gerçekten gidecektim ve bulamayacaktım seni. Bulabilmek ümidiyle yol alacaktım sessizce. Bu sefer düşsem de elini uzatma. Eğer bu eli bir daha bırakacaksan, uzatma bana doğru ellerini, bırak cebinde dursun, benim şevkate ihtiyacım yok. Kaybedeceğim şevkate hele hiç yok.
Eğer bir daha bırakmamak üzere tutacaksan elimi, uzan kaldır düştüğüm yerden bütün gücünle. Zaten ne kadarlık canım kaldı ki geriye, bütün gücüne bile gerek yok.
Düştüğüm yerden kaldırmaya da, elimi bir daha bırakmamaya da niyetin yoksa, sakın gittiğim bu yoldan döndürmeye kalkışma. Ne zaman dönceğime kendim karar vermek istiyorum, bakalım dönmek isteyecek miyim, bir de işin o yüzü var.
Seninle başladığımızda korkuyordum her şeyden, bunu defalarca söylemiştim. Mutlu olmaktan, yarım kalan mutluluklardan, geçmişten... Sonrasında tüm kalbimle teslim oldum. Korkularım geçmişti birden. Aşka kaptırmıştım kendimi. Yol alıyordum dizginsizce.
Şimdi ise kendimi toparlamaya, bir daha aşık olmamaya yemin ederek, gidiyorum. Geride sadece anılarım kaldı, yanımda ise tek bir şey dışında özel hiçbir şey yok. Ne yazı yazabileceğim bir defterim, ne de kalemim. Onları da özel eşyadan sayıyorum, onların bile bir anısı var üzerimde. Bu yüzden sadece giysilerimi doldurduğum bavulumla, gidiyorum tek başıma.
Aslında uzun süre düşündüm yanıma ne alsam diye. Tek bir hak tanıdım kendime. Anısı olan tek bir özel eşya seçeceksin, başka bir şansın olmayacak, geri dönüp bir şeyler daha almaya kalkışmayacaksın dedim kendime.
Ve o sırada Sezen Aksu çalıyordu, diyordu ki "beni unutma". Giderken; bir daha asla bulamayacağım o şeyi, yanıma almaya karar verdim. Beni üzen, sevindiren, huzur veren her şey ondaydı.
Aldığımı hissettin mi, canın acıdı mı bilmiyorum. Belki bencilce ama onu da alıp, gidiyorum buralardan.
Uzakta olduğum zamanlarda özleyebileceğim, geri dönmeme sebep olabilecek, aldığım kararlardan beni vazgeçirebilecek, planlarımı bozabilecek, üstüne üstlük tek olarak yanıma alabileceğim tek şey oydu. Ve ben yanıma o yüreği aldım.

Artık dönmemi sağlayabilecek hiçbir şey kalmadı geride. Belki birgün buraları özlerim; herkesi, her yeri ve o zaman dönebilirim...

Cumartesi, Kasım 11, 2006

YörüNgeMi bıRakıp, uZayda yaLNıZ kaLMa ZaMaNı...

"Çocukluğuma dönmek istiyorum" derken bundan bahsetmiyordum. Gereksiz, yersiz oyunlar oynamak istemiyorum. Neysem oyum. Ne yapmak istiyorsam onu yapacağım. Çocukça yok fotoğrafları silmeler, yazıları değiştirmeler, hayatından memnunmuşsun gibi mutlu gözükmeler...
Kafamın etrafındaki yörüngeyi silmenin zamanı şimdi. Kimseyi dinlemek istemiyorum, kimseden akıl almakta, taktikler geliştirmekte. Başkalarına verdiğim akılları kendim uygulamak istemiyorum. Arama, sorma, hayatında o yokken mutluymuşsun gibi davran, sürekli maskenle dolaş. Eski sevgililere uyguladığın taktik oyunlarıyla maçı sürdür. Maç bitti, uzatmalar sürüyor, uzatmalarda yeni taktikler gelişiyor. Bu günden itibaren uzatmalar da bitti. Deplasmanda oynayacağım günü bekliyorum ve yeni taktikler yerine kendimi geliştireceğim, doğru taktiklerle ilerlerken, başladığım hatalı oyun tarzımı tekrarlamamak için, hatalarımla yüzleşeceğim. Maçı kaybettim. Daha çok çalışarak formdan düşmemeye çabalayacağım. Diğer türlü oyunlara ihtiyaç yok. Karşımdaki adam yeterince zeki zaten, benim bir bakışımdan, oturmamdan, kalkmamdan; ne yapmak istediğimi, ne durumda olduğumu anlayabilecek kadar da beni iyi tanıyor. Maskemin ardındakini bir tek o görebiliyor. Her şey akışında gelişecek. Beni gerçekten özlediği zaman, hayatında yeniden hayatı olarak yer almamı istediği zaman zaten bana dönecektir. Dönmeyecekse de zaten hiç hayatı olmamışım demektir. Başkalarıyla mutluluk aramaya devam edecek, hatta o kişiyi bulacak demektir. Bunun dışında ne kadar çabalasam da boş.
Benim hayatımdan çıkmadı henüz, çıkmış gibi de davranmayacağım. Böyle davranarak onu kazanacağımı söyleyen herkese kapalı kulaklarım. Eğer böyle çocukça oyunlarla sahte, duygusuz birine dönmek istiyorsa zaten hiç dönmesin.
Canım acıyorsa arkadaşlık yaparken, arkadaş olmayacağım. Taktığım maske dar geliyorsa, yüzümü, ifademi sıkıştırıyorsa; o maskeyi takmayacağım. Ağlamak mı istiyorum, ağlayacağım. Gülmek mi istiyorum, güleceğim. Bunlar benim duygularım saklamak istemiyorum.
Hayatımı yaşamak istiyorum. Doyasıya yaşamaya da devam edeceğim, henüz benim için bitmemiş olan bu aşk için, bitene kadar hayatımı ortaya koyacağım. İlerde asla pişman olmayacağım. Gelecekte, bir şeyler eski halini almadığı zaman; bu günlerini yeni biriyle geçirebilirdin, hayatını yaşasaydın keşke, bak boşuna üzüldün, yanında değil artık dediklerinde; belki öyle ama, bu aşkı yaşama şansım oldu, herkesin böyle bir şansı olmaz diyeceğim.
Bana laf söylemek isteyenleri susturmaya çalışmak yerine, onlara bu duygularımdan bahsetmeyeceğim. Konuşmak isteyenlerden, hayatında sadece bir kez olsun bu şansı elde etmiş olanlar konuşsun, gerisi boş. Anlamak isteselerde anlayamazlar, anlatamazlar da.
Herkes benim iyiliğimi istiyor bunu çok iyi biliyorum. Her şey yaşamıma dönmem için yapılıyor, ama açık konuşmalıyım, ne kadar kızsanızda, ben bu aşkla yaşıyorum, belki tek başıma yaşıyorum, ama önemli olan yaşamam değil mi?
Merak etmeyin ders çalışacağım, yemek yemeye devam edeceğim, kötü alışkanlıklarımı azaltacağım, ama elimden geldiğince, en fazla okul yarım dönem daha uzar, ama ben bu sayede belki de hiç kazanmadığım tecrübeler edineceğim. Aşk acısı insanı olgunlaştırırmış. Otuz yaşında aşık olamayacağıma göre, bırakın yirmili yaşlarımın tadını çıkarayım, hazır bu duygular kanımda dolaşırken, yazmak için, kendimi geliştirmek için son şansımı kullanayım.
Şarkılarımızı, türkülerimizi dinleyerek şimdi hissedebileceğim duyguları son kez hissedeyim. Fotoğraflara bakarken, ders dinlerken, film seyrederken, yazı yazarken yaşadığım bu son heyecanları, son küçük kalp krizlerini yaşayayım. Biliyorum ki bu aşk beni büyütüyor ve ne kadar yapamayacağımı düşünsem de, bırakın bundan sonraki ilişkilerim için daha sert bir zırh geçireyim bedenime. Daha önceleri de bu zırh vardı üzerimde, onu sadece o düşürebildi. Gerek beni çok iyi tanıdığı için, gerekse hep zor anlarımda yanımda olarak kendini bana alıştırdığı için, bundan sonra kimsenin böyle bir şansı olmayacak. Bırakın zırhımın sızıntı yapan son çatlağını tek başıma kapatayım ve bundan sonra aynı duyguları yaşayacağım üzüntülerim olmasın.
Buzluğa kaldırmıştım yüreğimi, o geldi çıkarttı, buzları çözdü, yüreğimi ısıttı, şimdi yemezsem yüreğimi; bozulacak, kokacak, çürüyecek. Buzluktan çıktı bir kere... Kalbimi yeniden oluşturmam için önce eskisini tüketmem lazım ve sonra yenisini yeniden buzluğa kaldırmam gerekiyor.
Oyun oynamıyoruz, bu hayatı yaşıyoruz, oyun oynamamı haketmeyen biriyle yaşadım ben son yedi ayımı. İlişkimiz sürerken de bir gün olsun rol yapmadım, yalan söylemedim, kandırmadım, ne de bundan sonra yapacağım. Hissettiklerimi; hissettiğim an, ona iletebildiğim için mutluyum, o yüzden bana kızmayı bırakın. Her şeyin bir sebebi var, her yapılan bir şey kaybettiriyorsa, bir şeylerde kazandırıyor. Eğer sizi dinlemiş olsaydım; yılın ilk karı yağarken, bu şehre, şehrimizin üzerine, son kez sarılarak yürüme şansını elde edememiş olurduk, halbuki ben mutluyum, değişen hiçbir şey olmasa da biz bunu da yaşadık diyerek anılarıma ekledim.
Bütün anılar bir dosya da saklı, dosya geri dönüşüm kutusunda duruyor, ya bir gün gelecek, birileri geri dönüşüm kutusunu boşalt tuşuna basacak ya da o gelecek, dosyayı geri yükle tuşuna basacak.
Her şey bu kadar yeniyken, yaşadıklarım daha önce yaşanılmış hiçbir şeye benzemezken, silmek kolay değil, sildiğimi söyleyerek sizleri mutlu etmeye çabalamakta. Doğal davranmaya çalışmak daha çok yorar mı? Yoruyormuş...
Onu görsem de, görmesem de, kaçsam, gitsem de her şey benle birlikte. Nereye gitsem oraya geliyor, bitmiyor, azalmıyor, tükenmiyor. Aksine daha da artıyor. Kimseyi suçlamıyorum, kimse üstüne alınmasın hiçbir satırı. Tek suçladığım biri var, o da kendim.
Kendimi suçlamaktan, kendimi alıkoyamıyorum. Ayrılmamızın da, üzülmemin de, herkesi üzmeye devam etmemin de suçlusu benim.
Şöyle bir düşündüğünüzde bunu çok daha iyi anlayacaksınız. Saçmalama dediğinizi duyar gibiyim, ama saçmalamıyorum. Herkesi üzüyorum, herkesi yıpratıyorum. En yakın zamanda hepinizi üzmemek için bir yol bulacağıma emin olabilirsiniz. Herkesi; beni anlayanları da, anlamayanları da çok seviyorum. Hepiniz iyiki varsınız..

Salı, Kasım 07, 2006

DaNs EtMeye deVaM eT aLkıŞ tutuLduKça ve yaZmaya deVaM eT haYaT YıpRattıKçA...


Geri dönmek istiyorum çocukluğuma... Bayramlıklarımı giydiğim o sabaha. Dedem yine bahçede kurbanın kesilmesini beklesin, dayım kavurma yapmak için etin en güzel kısmını, bense bayramlıklarımı giymeyi. Heyecanımdan yerimde duramadığım o sabaha geri dönmek istiyorum. Üzerimde yeşil çiçekli elbisem olsun, ayağımda yeni ayakkabılarım. Mümkün mü?
Hiçbir şey yaşanmamış olsun, hayattan ders alacağım hiçbir derse başlamamış olayım ve yine ödevlerimi yetiştirememenin telaşıyla bayramın son gününe kadar bekleyeyim, vizelerin nasıl geçeceğini, onu görünce neler hissedeceğimi değil. Yeter ki o sabah olsun.
Kıyafetlerimi kirlettiğim için azar işiteyim annemden, ruhumu kirlettiğim için değil. Harçlık toplamanın sevinci olsun içimde, parasız kalmanın burukluğu değil. En büyük aşk; patates baskıdan kalpler yapan yuva arkadaşımınki gibi saf ve temiz olsun, yüreğinden çıkarttığında hayatından silen son aşklarımınki gibi acımasız olmasın.
Her şey o sabah gibi olsun tüm sülale daracık salonda iki tane uyduruk tahta masayı birleştirerek oturalım ve mutlu mutlu kahvaltımızı edelim. Ardından başlasın bayramlaşmalar, kapı kapı; para, şeker, mendil toplamalar. Tanımadığımız komşulardan para alırken kimlerden olduğumuzun hesabını verelim, tanımadığımız insanlardan para alırken kaç saat çalıştığımızın hesabını vermek yerine.
Yine o sabah olsun. Dedem yaşıyor olsun ve anneanneme nasıl aşık olduğunu bir kez daha anlatsın. Bizim gibi gereksiz sebeplerden ayrılmadıklarını, daha önemli sorunlarla nasıl ayakta kalıp, yan yana olmanın desteğini, güvenini anlatsın.
Yine o sabah olsun babaannem hayatta olsun ve ben ona kartpostallar atarak, arayarak hatrını sorayım, o da bana sorsun bir şeye ihtiyacın var mı? diye. Gidip mezarında ağlayarak neyin doğru neyin yanlış olduğunu göstermesi için bir işaret göndermesini, sonbaharda elma ağacına çiçek açtırmasını beklemeden.
O sabaha dönelim ki o ev satılmamış olsun, satılan ruhlarımız gibi. Ben yine bayramlıklarımla evin karşısındaki okulun duvarına çıkayım ve ne kadar büyüdüğümü hesaplamak için, kafamı demir korunakların arasına sokayım, bakalım bu sefer vücudum geçebilecek mi? diye. Ve o sabahtaki gibi kafam; o demirlerin arasına sıkışmış olsun, kalbimle ruhumun arasına değil.
O sabah olsun ki ben bu olayı anlattığımda beni sevimli bularak kafamı seven birileri olmasın, kafamı demirlerin arasından kurtarmaya çalışan biri olsun yanımda. Yaptığım bu salaklığa gülerek, kendi verdiği akla şaşan babam olsun yanımda; yaptığımız yanlışlara ağlayan birileri değil.
Yola çıkalım tüm sülale üç ya da dört araba, tek tek gezeyim akrabaları, hatırlarını sormak, bayramlarını kutlamak için, ruhumu bulmak için değil.
Ben büyümeyi hiç istememiştim ki hayat beni büyüttü. Bu yüzden hep karamsar oldum, hep mutluluğu haketmediğimi düşündüm. Daha fazlası, daha fazla alacakmış gibi geldi bana. Her zamanda bu korkum yüzünden daha fazla aldı hayat benden. Omuzlarıma her zaman, sahip olmam gerekenden fazla yük verildi. O sabah toplanan paralarla bile evin kirasına destek oldum bayram dönüşünde. Ödenmeyeceğini bildiğim senetler imzalattım babama, şimdi ise senet kağıdının ziyan olmasına gerek kalmadan veriyorum cebimdekileri. Keşke bu alışkanlığım devam etseymiş, insanlara bol bol dağıtmak yerine; paramı, sevgimi, cebimdekileri, yüreğimdekileri, keşke hep senetler imzalatsaymışım. Belki senetlerini geri almak için dönerlerdi, ödeyecekleri, aldıklarının karşılığında verebilecekleri bir şeyleri olmasada.
Yapamadım, yapamayacağımı da biliyorum. Karşılıksız, hiçbir şey istemeden imzalatacağım senetleri, iade etmeye devam edeceğimi biliyorum, karşılıksız sevgimi vermeye devam edeceğim gibi. İşte bu yüzden her zaman kaybedeceğim, ya da kaybetmek için farkında olmadan saçmalayacağım.
Keşke o sabaha dönebilsem. Birçok sabahlara dönmek istediğim gibi. Ama olmuyor dönemiyoruz işte. Hiçbir geçen sabah, öğle, akşam yerine gelmiyor. Bu hayat; pişman olmamayı, acı çekip, içinde saklamayı, sürekli başın dik durmayı, güçlü olmayı öğretmeye devam ediyor.
Daha o zamanlar ağlamamak öğretildi bize, hatta kaç kez sinirlendirdim annemi sırf bu yüzden. "O kadar vuruyorum, bak ağlamıyor" diye kaç kere fitil oldu bana. Ama bu onu sinirlendiriyorsa herkesi sinirlendirir diyerek ağlamamaya devam ettim. Ne oldu? İçimde kalan bir ton gözyaşı, saklı duran, göz pınarımdan düşmemek için kıvaranan o damla hep içime aktı. Bu yüzden mutluluğu hiç haketmediğimi sandım. En mutlu anımda, bu da bitecek diyerek yeni mutsuzluklar aradım. Kendime dar ettim dünyayı, bir nevi acıların kadını oldum.
Hep ders çıkartmaya çalıştım mutsuz hallerimden, bak bunu da yaşadın, sırada ne var? Devam et Sevdican yazmaya devam et, her zaman amcanın söylediği gibi "Çıplak Ayaklı Prenses" olmaya devam edemeyeceğine göre, prensesliğin sana kalsın, ayakların da hep çıplak. Sadece ayakların değil, ruhunda çıplak kalsın. Bütün sevdiğin kadınlar, adamlar seni bir gün terketmeyecek mi? Her zaman yalnız kalmayacak mısın bu hayatta, her zaman özlemeyecek misin birilerini?
Benim hayatım özlemlerle geçti, önceleri İstanbul'u, babaannemi özledim, derken ablamı, Canem'i, o geçti babamı, dedemi, kankamı, Tevgilim'i, ruhumu... Şimdi ruhumu geri bulabilmek ümidiyle, her zamanki gibi çocukluğumu özlüyorum.
O haşin herkesin sinirini bozan, asla taviz vermeyen, yaramazlıkta kimseyle boy ölçüşmeyen, herkese ne diyeceğini bilen, ağlamayan, babaannesinin kopyası, en sertinden karadeniz kızı... Nerde şimdi?
Birileri gömdü o küçük kızı sadece fotoğraflarda kaldı. Canını o kadar çok yaktılar ki, kimseye cevap veremez oldu, sadece sevgilerine çok güvendiği için, annesine, babasına diş geçirebiliyor. Onlara da eskisi gibi davranamıyor. Uzaklaşıyor her ortamdan. Kaçıyor sürekli bulunduğu her yerden. Şimdi huzur bulmaya şehrine döndü. Hep burada kalmak istiyor, çocukluğunu, o kaybettiği ruhunu, bu sokaklarda, bu şehirde bulmaya çalışıyor. Burada bulamazsa, ne yapacak?
Bir de Eskişehir'de veya Ünye'de mi arayacak? Bu aramalar sonuç verebilecek mi peki? Gezdiğim o yerlerde bulabilecek miyim çocukluğumu, diğer yarımı, ruhumu; yoksa ellerim boş mu döneceğim?
Aramaya devam etmek daha fazla yorar mı bilmiyorum ama hala bunun için gücüm var. Çocukluğumu bulamasam da o ruhu bulabilirim, diğer yarımı tamamlayabilirim.
Yılın ilk karı düşerken sokaklara; dilek tutulurmuş ya, belki birgün, yine bu seneki dileğimin aynısını dilerim ve diğer yarım yine gelir tamamlar beni... Hala diğer yarım olmaya devam edebilirse tabiki..

Perşembe, Haziran 01, 2006

YaLNıZLıK içiN Ya$aMaKkKk...


Yanımda kitap varsa herkesi bekleyebilirim. Daha önceleri köprünün merdivenlerine oturup, kitap okuyarak beklediğim anlar da olmuştu ama hiçbiri dün sabah ki gibi değildi.
Dün sabah Etlik Migrosa girerken; Ankara'nın bunaltıcı sıcağını geride bırakıp, klimaların önüne kendimi bıraktığım an zaten mutlu olmuştum ama içeride beni bir süprizin beklediğinden habersizdim. Arkadaşım geç geleceğini haber verdiği zaman; biraz dolaşırım, umarım çabuk olur, yanımda kitapta yok, sıkılmadan gelse keşke diye kurgulamaya başlamıştım ki, bir de ne göreyim Migrosa "Starbucks Coffee" açılmış. Bir an hayal kırıklığıyla, en sevdiğim kafede oturup sıcak çikolatamı yudumlarken okuyabileceğim bir kitabımın olmadığını farketsemde, koşar adımlarla bir üst kattaki kitapçıya girerken buldum kendimi. Hemen raflarda göz gezdirip sevebileceğim bir kitap aldım, parasını ödeyip, yine koşar adımlarla kafeye gittim. Mutlu, parıldayan gözlerimle sıcak çikolatamı satın aldıktan sonra Starbucks'ın en sakin köşesine geçip, kitabımı okumaya başladım.
O an anladım ki çok mutluydum, beni o köşede saatlerce bekletseler umurumda bile olmazdı. Hatta herkesi unutabilir, mağazanın kapanış anonsuyla ancak kendime gelebilirdim.
Hayatım böyle geçebilirdi. Evimin nasıl olduğu, nerede olduğu umurumda olmadan sadece yakınında bir Starbucks Coffee, bir kitapçı ve ben yaşayabilirdim. Ömrümü tozlu rafların arasında çürütürken, kitap yazarak kendimle, satar mı kaygısı duymadan gerçek yazarlardan anlayan küçük bir okuyucu kitlesiyle yaşayabilirdim.
Ama hepsi hayaldi bir gün bir kitap tabiki yazacağım, belki tanıdığım dostlar okuyacak, belki Nobel Edebiyat ödülünü alacağım, belki de NewYork Times'a kapak olacağım. Bana kalan tek şey; kitap yazmanın vereceği keyiften daha çok, iyi bir kitap yazmanın bana katacağı gurur olacaktır. Bu yüzden her önüne gelenin kitap çıkarttığı bir dünyada kendimi ve kitabımı hazır hissetmeden gün yüzüne çıkartmıyorum. Belki bu haliyle beğenilecek, belki sonraki haliyle hiç beğenilmeyecek ama ben "işte oldu" dediğim an raflarda yerini bulacak.
Ne olursa olsun hayatımda istediğim şeyler hep belli olacak; ailem, dostlarım ve yalnızlığım. Biliyorum ki yalnız kalamadığım an onlara da hak ettikleri değeri veremeyeceğim ve üretemeyeceğim.
İşte bu yüzden hem kendi dünyamda, hem dostsuz yaşanmaması gereken bir dünyada onlarla birlikte olabildiğim gibi kendi yalnızlığımla da olabileceğim.
Hem dostlarımı hem de yalnızlığımı seviyorum...Her zaman yalnız kalabilecek anlar bulabilmek ümidiyle, beni sevenlerle, sevdiklerimle şen kahkahalar atabileceğim bir hayat diliyorum hem kendime, hem de okumayı seven herkese...

Cumartesi, Mayıs 13, 2006

..SoKaK tuRşuSu..


Annee! Annee! Anneeee! Fatoş teyzeee!” Ne çok seslenirdim anneme sokaktan. Bakmayınca da başlardım kendi anneme teyze diye bağırmaya, belki başkası sesleniyor zanneder de bakar diye. Tükenmeyen seslenmelerim sonucunda; annem, “yine ne var?” diyerek çıkardı cama.

Eskiden her apartmanda asansör olmadığı için, oturduğumuz evlere çıkıp, para almaya üşenirdik. Birinin aklına bir şey düşer, canımız çeker, e bi de yaşımız küçük, tayt giyiyoruz, onun da cebi yok, yukarı çıkmak vakit kaybı diye düşünür, sokaktaki tüm çocuklar, her birimiz aynı melodiyle seslenirdik evlerimize. Annelerimizde her seferinde mandalları geri getirmemizi tembihleyerek ve son kez bağırmamızı rica ederek, mandalların uçlarına sıkıştırdıkları paraları camdan atıp, işkencemizden kurtulmak isterlerdi.

Bahçe demirine tutuştururduk mandalları, bu sefer avucumuzda paramız, giderdik iki yüz metrelik sokağımızın tek bakkalı Nuri abiye. Kendisi, akıl hastalarını, bize göre, mahallemizin delilerini beslemekle meşhurdur. Ne zaman deli Cemil sokağa girer, bizim sokaktaki tüm bayanlar sepetlerinde yarım ekmeğin içine köfte, peynir artık evde ne varsa sallandırırlar aşağıya. Nuri abi de çay ısmarlar, bazen sandiviç yapar arada bir de sohbet edince değmeyin deli Cemil’in keyfine.

Nuri abi yeni cipsler nerde? 8 kat kames top geldi mi? Biz gazoz istiyoruz ne kadar? Meybuz niye getir miyorsun artık? Diye sorarken, o hem herbirimizi sıkılmadan yanıtlar, hem de yeni gelen ürünlerinin reklamını yapardı. Bir ara öyle bir dönemimiz oldu ki alacak yeni bir şey bulamadık ve o kadar çok saçmalamaya başladık ki, her birimizin elinde turşu torbaları ve pipetler; önce torbayı delip, suyunu içiyoruz, ardından torbayı yırtıp, turşuyu yiyoruz. Sanki evdeki tüm turşular bitti ve bizler bakkal turşusunu öyle hevesle yiyoruz ki, daha önce hiç turşu yememiş gibi.

Turşu modamızdan en zararlı çıkan birinci katta oturan Ömür teyze olmuştu. Eve çıkmaya üşendiğimiz için zaten hep onun evinden su içiyorduk, bir de sıcaklarda turşu suyu içme, ardından da turşusunu yeme sevdamız çıkınca, kadıncağız artık bize balkondan su uzatırken yetişemez olmuştu.

Komşu olmak daha farklıydı o günlerde. Kimse kimsenin çocuğunu kırmadığı gibi, evde kendi çocuğu için ne yapıyorsa sokaktaki arkadaşlarına da ikram ederdi. Bütün komşu teyzeler bir nevi ikinci annemizdi. Herkes birbirine saygı duyar, sahip çıkardı. Mesela annem çalışıyor diye okul zamanı komşumuz Münevver teyze yıkardı ablamla ikimizi.

O zamanlar apartmanlar iç içe inşaa edilirdi. Şimdiki gibi belli bir çevre düzeni, çocuk bahçesi için ayrılan bölümleri yoktu. Apartmanlarımız öyle yakındı ki, iki bina arasına çamaşır ipi bile gererdik. Bahçeden bahçeye atlardık. Oynayacak yerimiz olmadığı içinde sokağın girişlerini taşlarla kapatır, geçişe izin vermezdik. Bize ayrılan geniş bir alanımız yoktu ama mutluyduk oyunlarımızı oynarken. Kızlar- erkekler futbol maçı yapardık. Erkekler 8 kişi, kızlar 15 kişi. Erkekler takımında Şifo Mehmet takma adıyla Mehmet, kaleci Rüştü adıyla Bahadır ve futboldan anlamamasına rağmen taytlı kız grubunun gözdesi, yakışıklı ama gıcık olmasından dolayı sümüklü Emre. Futbol biterse başlardık diğer oyunlarımıza; yakantop, saklambaç, dokuz taş... Eğlenceliydi tüm oyunlarımız ancak hiçbiri zilleri basıp, kaçtığımız anlardaki kadar heyecan verici değildi o günlerde.

Kız kıza kaldığımızda değişirdi oyunlarımız. Ya bebeklerimizi indirir, bakkalın önündeki boşlukta, annelerden birinin akıl ettiği kilime oturur oynardık ya da tüm gün zıplardık. Saatlerce usanmadan zıplanır mı? Biz zıplıyorduk. Ayakkabılarımızın altı eriyor diye az zılgıt yemedik annelerimizden. Önce çıkan çağırırdı herkesi. Bir yaş büyük olmasına rağmen İnci abla; hep ablaydı, bakkalın üstündeki evde oturan Zeynep; hep Zeyno’ydu, onların apartman görevlisinin kızı Yüksel; “kapıcının kızı” değil, en candan arkadaşımızdı, çamaşır ipimizi paylaştığımız Yaprak’ta, hep süslüydü. Hep beraber saatlerce oynar dururduk. Altı metrelik lastik ayak bileklerimizden, boynumuza doğru sırayla yükselir, inerdi. Tüm sokakta tebeşirle çizilmiş sek sek izlerimiz yer ederdi. Nedense oyunumuzun en eğlenceli yerinde, erkekler hep bizi kızdırmaya gelirlerdi. Bileğimize takılı lastikleri çekip, bırakmalar, laf atmalar, sek sek taşımızı alıp, kaçmalar... Ne kadar çok kavga eder, ne kadar da çabuk barışırdık. Kızların erkeklerle birleşip, ortak hareket ettikleri günler de oluyordu tabiki. Bizden dört beş yaş büyük abilerimize, ablalarımıza karşı, küçükler olarak birleşip birinci sokak savaşımızı, son nefesimize kadar mücadele ederek nasılda kazanmıştık. Bir yaz, sokağımızın gençleri, apartmanlardan birinin kömürlüğünü düzenleyerek kulübe yapmak istediler. Biz küçüklere de onların ayak işlerini yapmak düşmüştü. Karşılığında kulübe de oturma hakkı kazanacaktık. Bizde üst sokaktaki inşaattan tahta, evlerden eski perde taşıyarak yardımlarımızı esirgememiştik. Bütün işler bittiğinde içeri alınmadık. Çıkan kavgalar sonucu onlar da sefalarını sürmeye zaman bulamadılar. Öyle çok ağladık ve bağırdık ki, çıkan gürültüler sonucu kulübenin yıkımı sokak sakinlerince kararlaştırıldı. Birinci sokak savaşını çocuklar kazanmıştı.

Tüm yaşanılanlarıyla, karmaşasıyla belli bir düzeni vardı sokağımızın. Dedikodusuyla, kavgasıyla, şen kahkahalarıyla bize aitti. Belediyenin kazı yapmadığı, çocukların bağrışmadığı tek bir gün bile olmazdı. Durumu iyi olan aileler, kötü durumda olanları hor görmezdi, çocuklarına da hor görmemeyi öğretirlerdi. Yaşar giderdik iki yüz metrelik özgürlüğümüzü doyasıya. Din, dil, ırk ayrımı yapılmadan, delimizle, akıllımızla, varsılımızla, yoksulumuzla...

Geriye dönüp çocukluğumu anımsadığımda, her seferinde yüzümde büyük bir tebessüm oluşuyor. Bu yüzden “sokak” denilince gözümün önünde; sokakta aç yatan insanlar, fahişeler, hırsızlar, kapkaççılar yerine, dayanışma içinde, birbirini seven mutlu çocuklar canlanır. Ayrıntılara fazla takılmadan, sadece mutluluk. Yeniden çocukluğuma dönüp, oyun parklarında oynayarak büyüme şansı verilse, hiç düşünmeden geri çevirir, yine o sokağın çocuğu olarak büyümek istediğimi söylerdim.

Pazar, Mart 12, 2006

oYuNcaKkKk

Bu oyuncak yüzünden güne ağlayarak başladım. Oyuncağın üzerine dikkat edin, birazdan sebebini öğreneceksiniz. Bu şirin oyuncak trenin sağ arka tarafında ufak bir penceresi var, işte o görmüş olduğunuz pencerenin içindeki pervane, hemen solundaki turuncu tuştan açılıyor. Açıldıktan sonra da başlıyor ses çıkarmaya, çıkan ses ise aynen traş makinası sesine benziyor. Şimdiye kadar anlattıklarımla diyeceksiniz ki; eeee bunun nesine ağladın?
Son bir haftadır ablam, iki çocuğuyla birlikte bizde kalıyor. Yeğenlerimin bir sürü oyuncağı var ve ben bu oyuncağı bu sabah ilk kez gördüm. Her sabah beni uyandırmaya gelen yeğenlerim, önce radyoyu açıyorlar, daha sonra ise yüzümle oynayarak beni yatağımdan çıkarmaya çalışıyorlar. Bu sabah onların gürültülerine bir de bu ses eklenmişti ve ben hasretiyle her gün, yeniden tükendiğim babamın eve geldiğini sandım.
Sabahın ilk sersemliğiyle, sandım ki babam İstanbul'dan gelmiş ve çocukları rahat öpmek için traş oluyor. O kadar özlüyorum ki onu, ara sıra böyle saçmalıyorum işte. Artık dayanamıyorum belki de ondan uzak kalmaya, her gidişinde yeniden özlem duymaya, alışamıyorum yokluğuna. Her konuştuğumuzda kavga edip, yeniden barışmalarımız da, İstanbul'a dönmeden önce her seferinde ayrılık kolay olsun diye kavga edip, küs ayrılmalarımız da sebepsiz değil. Daha az özleriz, en azından bir süre küs kalırız, kızgınlıkla bir hafta idare ederiz yokluklarımıza diye.
Ben artık dayanamıyorum ama, her gün güneş yeniden doğduğunda, bir yanımın hep uzaklarda oluşuna alışamıyorum bir türlü. Bu ayrılık hiç bir şeye benzemiyor üstelik. Ne sevgiliden ayrılışa, ne de arkadaştan, yaşadığın şehirden.
Çok ayrılık yaşadım, çok şey bıraktım ardımda ama her birine bir bahane uydurdum, kendini kandırabildim. Çok denedim bu özlem için de kendimi kandırabilmeyi ama başaramadım. Her seferinde dedim ki kendime "en azından azla yetin, senden uzak ama sağlıklı, sevdiği işi yapıyor ve o da ne kadar üzülürse üzülsün, bir yandan da mutlu." İnandıramadım kendimi buna, bir süre oyalandım sadece, ama sonrasında düşündükçe daha çok sıkıldı canım. Hayatın kime ne getireceğini tasarladıkça, hasta ettim kendimi. Her an, her şey olabilirdi ve biz birlikte geçirebileceğimiz; aşağı-yukarı kısıtlı olan yıllarımızı ayrı geçiriyorduk. İki sene sonra o eve dönse, ben gidebilirdim bu sefer, belli değildi hiçbir şey ve biz ayrıydık.
İşte bu yüzden daha çok kızıyorum hayata, kendi kendime yükleniyorum. Ben çoğu şeyi haketmek için, ne yaptım diye sorguluyorum kendimi ve sorgularken de yoruluyorum aslında. Bu sefer etrafımdakilere anlatmaya, onlarla hayatımı paylaşmaya halim kalmıyor, çünkü o kadar çok didikliyorum ki hayatımı sabahlara kadar; uykusuz ve halsiz kalıyor bedenim.
Her seferinde pencereden gidişini izlemek ve sabahlara kadar sağ-salim varışını dileyerek yatağımda kıvranarak, sabahlara kadar ağlıyorum. Bu şimdiye kadar ki -yaklaşık 4 senedir- kendimle ilgili en açık yazım, konuşamıyorum ama zihnim kendini anlatabiliyor, sadece dilim işlemiyor. Ben yoruldum artık, her anımı düşünmek zorunda olmaktan, anlatamamaktan, insanları üzmek istemeyişimden ve kendimi koy verip; ulu, orta, bağıra çağıra ağlayamamaktan, haykıramamaktan.
Sırtımdaki yükü şimdi taşıdığım için ileride sıkıntı çekmeyeceğim belki ama ileride aynı şeyleri yaşamak, bunalmak istemiyorum. Tecrübe oluyor yaşadıklarım ama yaşımda edinmek istiyorum bunları. Olgun olmak, öyle davranmak yerine çocukluğuma dönmek istiyorum. Yine babamın elinden tutup, lunaparka gitmek, dönmedolap en tepede durduğunda şen çocuk kahkahalarıyla gülmek, babamla birlikte rüzgara bırakmak istiyorum saçlarımı. "Baba burası çok yüksek" diyerek, şaşırmak, onun İstanbul'u yüksekten anlatışını yeniden dinlemek istiyorum.
Baba ben çok yoruldum. "Babasının gülüsü" çok yoruldu. Seni üzmek değil niyetim sadece bilmeni istedim, Seni çok SeviyoruM, benim yakışıklı, karizmatik babam.

Çarşamba, Mart 08, 2006

DüNya eMekçi KaDınLaR GüNüNüZ kuTLu oLsuN..


Bütün kadınlarımızın, geleceğin kadın adaylarının kadınlar günü kutlu olsun.
Her kadın emekçidir, her kadın emek ister. İster evde otursun, ister fabrikalarımız da çalışsın her kadın çalışır ve her kadın emek harcar.
Değişen, aydınlanan Türkiyemiz de kadınlarımızın daha iyi koşullarda yaşamasını ve ikinci sınıf vatandaşlıktan, hak ettikleri mertebeye yükselmelerini en yakın zamanda diliyorum. Gelişen ülkeler de kadının yerinin ne kadar önemli olduğu anlaşılmıştır. Hakları savunulmakta, kadınlar şiddete maruz kaldıklarında korunmaktadırlar.
Ülkemizde hala töre cinayetleri işlenmekte; gerek dayaktan olsun, gerekse erkek evladın öneminden dolayı hala yüzlerce kadınımız, kız bebeklerimiz öldürülmektedir. Batı yanımız ne kadar Avrupalaşıyorsa, doğu tarafımız da bir o kadar geri kalmaktadır.
Doğu tarafımızın geri kalmışlığının kıyısında da belirtmeden geçemeyeceğim ki en çok şiddete ve hakarete maruz kalan kadınların üniversite mezunu, eğitimli kadınlarımız olduğu açıklanmıştır. Yüksek tahsisli kadınlarımızın utandıkları için saklamaları ve dayak yemelerine rağmen boşanmadıkları bir diğer gerçeğimizdir.
Şiddet ve hakaretin yanı sıra; yer- zaman hiç önemsenmeden kadınlarımızın maruz kaldığı diğer bir konu ise tacizdir. Her yaşta kadınımızın, genç kızlarımızın şikayetçi olduğu ve özgürlüklerini doyasıya yaşayamamalarına neden olan bu durumun önüne geçilmeli ve tacizin cezası ağırlaştırılmalıdır.
Kadınlarımızın yaşama standartları yükseltilmeli, her birine okuma-yazma öğretilmelidir. Kız-erkek olsun, her çocuğu yetiştiren annesidir ve bu yüzden annelerimiz ne kadar kültürlü, sağlıklı ve bilinçli olursa çocuklarımız da o kadar sağlıklı olur ve yetişen nesillerimiz Türkiyemizi daha ileri kademelere götürebilir.
İşte bu yüzden her kadınımıza sahip çıkmalıyız, onların koşullarını değiştirerek yeni yüzyıllara daha sağlıklı adımlar atmalıyız.
Yılda bir kez değil, her an çalışmalarımızla ve dayanışmamızla kadın hak ve özgürlüklerimizi korumalıyız.

Cumartesi, Mart 04, 2006

YeNideN doğduM...

Günlerden 1 Mart; doğumgünüm...
Saat 11 suları ve ben bunalımdayım.
Yaklaşık 3 senedir doğumgünümü kutlamıyordum ve bu sene doğumgünümde arkadaşlarımla eğlenmeyi, onlarla zaman geçirmeyi o kadar çok istiyordum ki; az kalsın hevesim kursağımda kalıyordu.
Sabah erkenden kalkıp, hazırlandım, süslendim. Keyfim pek iyi olmasada belki okulda kendimi iyi hissederim ümidiyle okula gittim.
Derse geç kaldığım için ders öncesi kimseyle kutlama hakkında konuşamadık ve ders çıkışı öğrendim ki; cumartesi günü kutlamaya karar vermişler.
Olacak iş değildi, bu kadar hazırlanma boşa gidemezdi, madem öyle ben yalnız kutlayacaktım. Bir hışımla okulu terkettim, okulun karşısındaki kafeye gidip tek başıma oturdum ve ağlamamak için gözlerimi tavana diktim.
Derken Begümle Emel içeri girdi. Üzüldüğümü farkedince, akşam birlikte bir şeyler yapma isteğimi zoraki kabul ettiler. Söylene söylene okula geri döndüm, cumartesi günü yapılacak kutlamaya katılmayacaktım; çünkü ben bugün kutlamak istiyordum. Buna gerçekten ihtiyacım vardı, hayatım sürekli yenilenen zorluklarla uğraşmaktan alt üst olmuştu ve ben mutsuzdum. Sanıyordum ki kimse beni sevmiyor, önemsemiyor, kimsenin umrunda değilim.
Ders çıkışı Kızılay'da oturup, bir şeyler içtik. İlk kez martini içmeyi denedim, denemelisiniz, güzeldi. Doğumgünümde kendimi mutlu etmeliydim. Yanımda sadece Deniz ve Emel vardı. Okul çıkışı bütün arkadaşlarımın işi vardı, hediyemi verdikten sonra her biri ayrı yöne dağıldılar. Hayatım boyunca aldığım en güzel hediyelerden biriydi. En sevdiğim tiyatrocu Haluk Bilginer' in "Jeanne d'Arc 'ın Öteki Ölümü" adlı son oyununa bilet, süperdi. Hediyemi verdiklerinde zaten gün boyu çok dolmuştum, gözyaşlarımı tutamadım.
Bütün can sıkıntımızla Emel'le otobüse bindik ve yol boyu kah ağladık, kah güldük. Artık gece eğleniriz ümidiyle, yalnız kalmayacağımın sevinciyle eve yaklaştık.
Kapıdan içeri girdiğimizde annemle, Selin bizi karşıladılar. Ben tam olanı, biteni anlatmaya koyulacaktım ki, Selin önce odana git, hediyeme bak beğenecek misin bakalım dediği için odama yönlendim.
Hayatım boyunca hiç bu kadar korkmamış ve aynı zamanda da hiç bu kadar duygulanmamıştım.
İşte burdaydılar ve beni unutmamışlardı.
Kapıyı açmamla bütün arkadaşlarımı karşımda bulmam bir oldu.
Ve ben çığlık atıp, kendimi yere bıraktım.
Dizlerimin üzerine oturdum ve karşımdaki öfkeli kalabalığı izledim.
Bütün gün benim için hazırlanmışlardı. Ben ise onlara kızıp, kapris yaparken; onlar söyleyip, söylememek arasında kararsız kalmışlardı. Öfkelenmekte çok haklıydılar, bütün gün dövecek gibi baktığımı bile söyleyenler oldu.
Fakat onlar da kabul etmeliler ki; gerçekten iyi rol yaptılar ve kutlamayacaklarına çok iyi inandırdılar. Çok sahtekarsınız ya. Bir daha size güvenmesem mi acaba?
Hayatım boyunca hiç böyle bir şey yaşamadım. Gerçekten çok duygulandım. Eski arkadaşlarımın da gelmesiyle ne kadar sevildiğimin bilincine vardım. Şimdi otobüste giderken veya başka bir yerde; aklıma, canımı sıkan bir olay geldiğinde; hemen kapıyı açtığım anı getiriyorum gözlerimin önüne ve başlıyorum gülmeye. Bu yüzden teşekkür ederim her birinize. Yürekten sevgilerimi sunmayı da borç bilirim. Bir anda hayatıma mutluluk kattınız, beni yaşamıma döndürdünüz.
Gerçekten son günlerde hiç iyi değildim ve buna ihtiyacım varmış, bunu siz gerçekleştirdikten sonra anladım.
Süprizi hazırlayan; Barış-Begüm-Caner-Dilek-Emel-Hüseyin-Nuri-Pelin-Seçil-Yasin-Zeynep onlara katılan Annem'e
Onların oyununa ayak uydurup yanımda olan; Baran-Berk-Gülen-Özgür-Selin'e
ve yanımda olamayıpta doğumgünümü hatırlayan; Baran-Ceren-Çağrı-Egemen-Gülru-Hakan-Neslihan-Nurbengü-Umut'a
Aileden; Babacığıma, Rukocuğuma, Ablacığıma, Enişteme ve diğer aile fertlerine teşekkür ederim.
İyiki varsınız; adını yazmayı unuttuğum kişilerden de özür dilerim.
(Not: İsimler alfabetik sıraya göredir. Daha sonra Begüm için özel sıralama yapılacaktır.)

Çarşamba, Şubat 22, 2006

A$k iÇiN ağLamakKk...



Varolan düzenime karşı koyarak, yağan kara aldırış etmeden, kendime yeni bir düzen kurmak için düşmüştüm yollara. Her şeyi arkamda bırakmaktı ümidim. Yaşanılanları, yarım bırakılanları, hiç yaşanmamış olanları...
Ardımdan seslenenlere cevap vermedim, duymamazlıktan geldim her birini. Biliyordum ki; seslenenlere kulak verirsem, yoluma devam edemezdim. Ümit ettiğim birinin sesini işitebilir ve vazgeçebilirdim yeni hayatımdan. Artık gidiyordum. Herkes ayrı dünyalarında mutlu olabilirdi. Bensiz de yaşayabilirlerdi hayatlarını.
Bu yüzden aldırış etmemeye özen gösterdim seslere. Çok zor oldu bu yolculuğa çıkmam. Önce tek tek topladım hatıralarımı, hepsini ayrı ayrı koliledim, üzerine isimlerini yazdım. En yükseklere kaldırdım bütün kolileri. Bir daha ulaşamamak için en tepeye yerleştirdim en çok hatırası olanı, en çok canımı acıtanı. Sonra bütün anılarımı gözden geçirdim. İki ayrı defter edindim. Birine ders aldığım, kötü tecrübelerimi; diğerine ise mutluluklarımı, hedeflerimi yazdım.
Beni üzen durumları yazdığım defterimi baş köşeye koydum. Bir daha aynı hatalara düşmemek, gözümün kör olmasına izin vermemek ve zırhımın zarar görmesine engel olmak için.
Mutluluklarımı, hedeflerimi yazdığım defterimi ise kilitli bir çekmeceye kaldırdım. Kilidi açarken düşünmek için yeterli zamanım olsun diye. Yaşadığım mutlu olayları yazmadan önce, gerçek mutluluk bu mu diye karar verebilmem ve hedeflerimi gerçekleştirdiğimi yazmadan önce "ben oldum artık" demek yerine daha fazla yol katedebilmeyi amaçlayıp, kazandığım zaferimi sindirebilmem için.
En sevdiğim kıyafetlerimi giydim. Saçlarımı tararken uzun uzun düşündüm kararım doğru mu diye. Makyajımı yaparken kaçırmadım gözlerimi, gözlerimden; korkusuzca yüzleştim aynadaki aksimle. Arkadaşlarımla vedalaşmanın zamanı gelmişti. Uzun sürmedi bu tören, tam gerektiği zamanda sonlandırdım konuşmamı; ne bir kelime az, ne de bir kelime fazla. Ağlamadım, kendi kendime makyajımın akabileceğini bahane ederek.
Ve kar yağıyordu, ben, ordan uzaklaşırken. Yalnızlığımla yürürken yollarda düşünmeye daha fazla zamanım oldu. Ruhum bedenine hiç bu denli bağlanmamıştı. Yanımda biriyle yürüyor gibiydim. Kafamı kaldırıp nereye yürüdüğüme bile bakamıyordum, gözlerim ayaklarımdaydı. Ne yöne gideceğime onlar karar veriyordu, benim aklımda hiçbir şey yoktu üstelik, sendeleyip yere düşene kadar. Birden kendime geldim. Kafamı kaldırıp, etrafıma bakındım ve bir çift gözle karşılaştım. Beni izleyerek, bana doğru geliyordun. Her şeye karar veren ayaklarım, kaldırımla işbirliği yapmamış olsaydı, geçip, gidecektin belki ve göremeyecektim gözlerini. Yanıma gelip, yerden kaldırmak için elini uzattığında ellerim ölesiye titriyordu. Bu yüzden uzatamadım ellerimi, yerden kalkmaya çalıştığımda ise kalkamadım, ayaklarımın bağı çözülmüş gibiydi. Seni görmemle dengem alt üst olmuştu. Kollarımdan tutup, beni düştüğüm yerden kaldırdın. Sadece yerden değil, içine girdiğim bunalımdan da tutup, çıkartmıştın beni. Bir daha da hiç bırakmadın zaten.
Ben her şeyi bırakarak yeni bir yol seçmiştim kendime. Bunu sana ilk kez itiraf ediyorum. Sen her seferinde neden kendimi tamamen aşkımıza bırakmadığımı, yaşanılacakları düşünmek yerine neden rahat olamadığımı, her sorduğunda; ben defterlerimi okurken buluyordum kendimi. Bir yandan mutluluklarımı not etmek için kilidi hızla çevirirken, bir yandan da deneyimlerimi gözden geçirerek, üzülmeme engel olmak için önlem alıyordum kendimce. Korkuyordum, kendimi bu aşka kaptırmaktan, en çokta daha önceleri olduğu gibi canımın yanmasından, sensiz, aşksız kalmaktan, sen gittikten sonra yalnızlığımla boğuşmaktan.
Bunları şimdi itiraf edebiliyorum. Aşkımıza ağladığımız şu anda. Daha önce açıklayamadığıma pişman olarak. Geçmişim hep bir sır perdesi olarak kaldı senin için; ne yaşadığım ilişkilerimle ilgili bir şey öğrenebildin ne de daha önceki hayatımla ilgili. Sadece ben vardım karşında ve beni tanıman için tek bir kopya bile vermiyordum sana. Her ne kadar aşkımı açıklayamasam da, seni, senin beni sevdiğin kadar, sevmediğime ikna etmiş gözüksem de, ağladığımız şu dakikalar da her şey su yüzüne çıkıyor olmalı. Ben de seni, senin beni sevdiğin kadar seviyorum sevgilim.
Hep seni bekledim. Hep böyle aşık olmak istedim. Her zaman hayalini kurdum böyle bir sevgilinin. Ve şimdi bunları sana anlatırken adım gibi eminim, o kişinin sen olduğundan. Ve birbirimize sarılıp, aşkımıza ağladığımız şu an da, o kişi sen olduğun için çok mutluyum. Keşke bu aşkın bitmeyeceğinden emin olabilseydik sevgilim ve söz verebilseydim sana bu en son gözyaşın olacak ve biz birlikte öleceğiz, bir daha hiç ağlamayacağız diye. Oysa ikimiz de biliyoruz ki, hayat acımasız, biz birlikte ölmeye söz versekte, hayat bizi ayırabilir.
Saatlerdir ağlıyoruz sevgilim. Arada birbirimizin kızarmış gözlerine bakarak gülmeye başlıyor, ardından yakaladığımız bu mutluluk için yeniden ağlamaya başlıyoruz. Yaşanılacak zor günleri düşünerek, belki de yollarımız ayrı düşebileceği için; yalnız başımıza ağlayacağımıza, birbirimizin omzuna yaslanıp, ağlamak daha doğru sanki. Bu anı bile seninle yaşamak, en zor anımda seni yanımda bulmak gerçekten huzur verici.
Ve şimdi ara verelim ağlamaya sevgilim, silelim gözyaşlarımızı. Haydi dışarı çıkıp, aşkımıza ağlayacağımız, yeni mutluluklar yaşayalım.